Can Irmak Özinanır marksist emperyalizm teorisi kullanılmadan günümüzün açıklanamayacağını anlatıyor...

1980’lerle başlayan ve 1990’larda ayyuka çıkan genel propagandaya göre artık dünyayı anlamak ve anlamlandırmak için büyük anlatılara (yani Marksizm gibi teorilere) ihtiyaç yoktu. Bu anlayış solda da yankısını buldu. Dünyada pek çok solcu emperyalizm kavramını modası geçmiş bir kavram olarak bir kenara bırakıyordu. Antonio Negri ve Michael Hardt tarafından yazılan İmparatorluk kitabı ulus-devletlerin ve onlara bağlı olarak emperyalizmin sona erdiğini anlatıyor, farklı mücadele yöntemleri öneriyordu. Oysa 1990’lar ABD’nin Irak Savaşı ile açılmıştı, ardından “insanî müdahale” tezleri ile NATO, Yugoslavya’yı bombaladı. ABD’de 2001’in 11 Eylül’ünde Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırılar sonrası ise emperyalizmin hiç de geçmişte kalmış bir hayalet olmadığı ortaya çıktı. ABD ve müttefiklerinin “teröre karşı savaş” gerekçesiyle başlattığı Afganistan ve Irak savaşlarında bir milyondan fazla insan hayatını kaybetti.

Bugün Ortadoğu’yu kana bulayan IŞİD gibi örgütlerin yaygınlaşabilmesinin temel sebebi emperyalizmin Ortadoğu’ya saldırısı ve işgaldi. Son günlerde IŞİD’e karşı ABD liderliğinde kurulacak NATO koalisyonu konuşuluyor. ABD ve Fransa Irak topraklarını bombalamaya başladılar bile… Irak Savaşı’nın aksine bugün yapılan emperyalist saldırıya karşı solda ve sol liberaller arasında daha olumlu bir tutum var. IŞİD’in yarattığı korku NATO’nun yarattığı dehşeti unutturmuşa benziyor. Emperyalizme milliyetçi değil antikapitalist bir noktadan karşı çıkmak ancak Marksist emperyalizm analizi ile mümkün.

Emperyalizm kapitalizmin özel bir aşamasıdır

Klasik anlamda Marksist emperyalizm teorisi Avusutryalı Marksist Rudolph Hilferding ve 1917 Rus Devrimi’nin öncü kadrolarından Vladimir Lenin, Nikolay Buharin gibi teorisyenler tarafından geliştirildi. Bu teorisyenler emperyalizmi, Marx’ın bahsettiği kapitalizmin yayılma ve merkezileşme eğiliminin bir sonucu olarak görüyordu. Sermayenin yoğunlaşma eğilimi finansal sermaye ile endüstriyel sermayenin iç içe geçmesine yol açmış, başka bir deyişle finans-kapitali ortaya çıkarmıştı. Finans-kapital merkezileşme eğiliminin sonucu olarak büyük tekelleri veya tröstleri ortaya çıkarmıştı. Bu sermaye grupları ise devlet ile bütünleşme eğilimi gösteriyordu.

Uluslararası bir sistem olan kapitalizm altında ulus-devletleriyle bütünleşen sermayeler-arası rekabet ulus-devletler arasında da rekabet biçimini alıyordu. Bu, aynı zamanda hammadde ve dünya pazarına erişim için birbirlerine giderek bağımlı hâle gelmeleri ve bir süre sonra bu rekabetin ancak askerî güçlerin devreye girmesi yoluyla çözülebileceği anlamına gelmekteydi. Lenin ve Buharin’in analizleri büyük oranda doğrulandı. Gelişmiş kapitalist ülkeler arası rekabetin çözümü iki büyük dünya savaşını ve büyük bir yıkımı getirdi.

I. ve II. Dünya Savaşları’nda ve sonrasında Marksistler emperyalizm analizi sayesinde enternasyonalist bir tutum alabildiler. Savaşta kendi egemen sınıflarına ve ulus-devletlerine karşı tutum alırken, bir yandan da kendi ülkeleri tarafından sömürülen ulusların mücadelelerini desteklediler.

Günümüzde emperyalizm

Elbette Lenin ve Buharin’in teorilerini geliştirdiği zamandan bu yana çok şey değişti. II. Dünya Savaşı arkasından devlet kapitalisti SSCB öncülüğündeki blokla, ABD öncülüğündeki “özgür dünya” arasındaki emperyal rekabete, 1990’lardan itibaren ise ABD’nin askerî gücünü korumakla beraber uluslararası hegemonyasını yitirdiği bir döneme şahit olduk. İki kutuplu bir kapitalist dünyadan çok kutuplu bir kapitalizme geçişi gördük. 11 Eylül arkasından “teröre karşı savaş” diye başlatılan süreç o ülkelerin halklarına kanlı bedeller ödetti, ancak asıl olan büyük kapitalist güçlerin kendi arasındaki savaşıydı.

İngiliz Marksist Alex Callinicos’un dediği gibi:

“…kapitalist emperyalizm ekonomik ve jeopolitik rekabetin kesişimi olarak algılanmalıdır. Başka bir deyişle, devletler arasındaki jeopolitik rekabetler ile çoğunlukla karmaşık ve çatışmalı biçimdeki şirketler arasındaki rekabetçi savaşların birleştiğinde olan şeydir.”

2001’den bu yana “Yeni bir Amerikan yüzyılı” yaratmaya dönük bu rekabetin askerî olarak sınanmasını gördük. Gerek ABD gerekse Rus emperyalizmi Arap Baharı’ndan sonra halkın taleplerini bir kenara bırakıp kendilerini orada birer güç olarak var edebilmenin derdine düştü.

ABD, 11 Eylül sonrasının politik yenilgisini asla üzerinden atamadı. Arap devrimlerine müdahale etmeye çalıştı, Mısır’da darbeye destek oldu, Libya’da devrimi çalmak üzere NATO’yu devreye soktu, bombalar attı. Dün Taliban, El Kaide veya Saddam Hüseyin’i ileri sürerek Ortadoğu’yu kendi aralarındaki rekabetin sahası hâline getiren emperyalist devletler bugün mezhepçi IŞİD’in katliamlarını kendilerine maske yapıyor, oysa amaç aynı yitirilen hegemonyayı geri kazanmak. Bu uğurda kaç sivilin öleceği umurlarında değil. Bugün devrimci Marksistlere düşen birinci görev kendi egemen sınıflarının emperyal çıkarlarına, IŞİD’den kaçanlara kapıları kapatan hükümete karşı çıkmak, diğer yandan “insanî” bir maske takan, ancak temelde kapitalist ülkelerin kendi aralarındaki rekabete dayanan yeni Irak savaşına karşı çıkmaktır.

Antiemperyalizmle milliyetçiliği eşitleyen “sol” anlayışlara da, emperyalizme “insanî” bir vizyon biçenlere de karşı çıkmak ezilenlerin aşağıdan mücadelesine güvenmekten geçer. Ortadoğu’da IŞİD’i de emperyalizmi de yenilgiye uğratacak olan aşağıdan mücadeledir. Bunu savunmak ancak antiemperyalizmi antikapitalizme bağlayan enternasyonalist bir perspektifle mümkündür.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası