Ozan Tekin

Bir kuşak sosyalist için kitlesel ayaklanmalara, dünyayı sarsan mücadelelere ve devrimlere tanıklık etmek pek sık rastlanan bir durum değildi. 1970’lerin sonundan itibaren yaşanan 20 yıllık süreç, işçi sınıfı ve ezilenler için mücadelenin geri çekildiği, yenilgilerin yaşandığı ve elde edilen kazanımların geri verilmeye başlandığı bir dönemdi.

1990’ların sonuyla birlikte bu durum değişti. Dünya Ticaret Örgütü’nün toplantılarının basılmasıyla patlak veren antikapitalist hareket, Filistin’de İkinci İntifada, G8 ve IMF gibi küresel kapitalizmin efendilerine yönelik yoğun protesto dalgası, Irak işgaline karşı sokaklara çıkan milyonlar… Arap Baharı, böyle bir on yılın sonunda patlak verdi. Ortadoğu halkları, hayatlarının kaderini ellerine almak için görkemli bir mücadeleye girişti.

Tunus ve Mısır’da başlayıp bütün bölgeye yayılan ayaklanmalara, solda duranların bir bölümü şüphelerle yaklaştı. Araplar hakkındaki yaygın ırkçı önyargılar; eğitimsiz, geri, cahil ve yobaz oldukları gibi fikirler birçoklarını etkilerken, böyle denilen kitleler bölgeyi isyanlarla sarsıyordu. Kimileri, Posta veya Hürriyet gibi egemen medyanın kullandığı dile benzer ifadelerle devrimleri karalarken, olup bitenlerin “emperyalizmin oyunu” olduğu sıklıkla dillendiriliyordu.

Ekim Devrimi’nin önderlerinden Troçki’ye göre, geniş halk kitlelerinin ayaklanması, başkalarının onu doğrulamasına, onay vermesine muhtaç değildir.

Sosyalist İşçi, ilk gününden itibaren Arap halklarının mücadelesinden yana tutum aldı. İlk olarak, 11 Ocak 2011’de yayımlanan 405. sayısının dünya haberleri sayfasında Tunus ve Cezayir’de olup bitenleri “Yoksullar ayaklandı” diye duyurdu. 406. sayının manşeti ise “Özgürlük isteyenler kazandı! Tunus ayaklandı, diktatör kaçtı” idi. Bundan sonraki iki ay boyunca, Sosyalist İşçi sayfalarının çoğunluğu bölgedeki isyanlara, onların derslerine, devrime tanıklık edenlerin hikâyelerine, geçmiş devrimlerle kurulan bağlara ve devrimlerin nasıl kazanacağına dair analizlere ayrılacaktı.

Gazetenin sayfalarında Arap Baharı’yla ilgili şu noktalara özellikle vurgu yapılıyordu:

- Burjuvazinin sözcülerinin söylediklerinin aksine, devrimler mümkündür! Dünyayı değiştirmek için sıradan insanların kolektif mücadelesi belirleyicidir ve muazzam potansiyelleri barındırmaktadır.

- Devrimleri geniş yığınlar yapar. Ve kimsenin beklemediği anlarda yapar. Milyonlarca kişi, her şeyi bilen bir partinin veya kahraman bir komutanın işaretiyle ayaklanmaz. Ancak kendiliğinden gerçekleşen bu ayaklanmaların içinde kitlesel devrimci partilerin bulunması veya hızla inşa edilmesi, mücadelenin kaderini tayin etme açısından hayati öneme sahiptir.

- Ortadoğu’da İslamcı siyasal akımlar sosyalistlerin düşmanı değil rakibidir. Devrim süreçlerine seküler sol güçlerden daha örgütlü girdikleri takdirde, harekete yön verme olanakları daha büyük olur. Ancak kitleleri onlardan geri kazanmak mümkündür. İslamcılar da yer alıyor diye devrimlerden uzak durmanın, halka karşı diktatörlerden yana tutum almanın solculukla bir ilgisi yoktur.

- Devrimler hızla yayılma potansiyeline sahiptir. Sosyalist İşçi’nin sayfalarında belirtildiği gibi, Arap Baharı başladığında egemen sınıflar panik içindeydi. Arap egemenleri korku ile Arap halkları sevinç ile Tunus’a bakıyordu. Hepsi oradan cesaret aldılar ve ayaklandılar.

- Arap Baharı, Ortadoğu’nun kaderini bir asırı aşkın süredir şekillendiren Batı emperyalizmine vurulmuş korkunç bir darbedir. ABD ve müttefikleri Bin Ali ve Mübarek’i son ana kadar çaresizce desteklediler, devrilmeleri kaçınılmaz olduğunda ise “demokrasi” nutukları atarak halkları selamladılar. Libya’da bizzat askeri müdahaleyle devrimi boğdular, Suriye’de ise “muhaliflere destek” kisvesi altında devrimin mezhepçi bir iş savaşa dönüşmesini, Suriye halkının yaşadığı acıyı ve çaresizliği keyifle izlediler.

- Devrimlerde, yenilgilerle dolu bir ortamda büyümemiş, genç ve mücadeleci bir aktivist kuşağı ön plandaydı. Kadınların rolü büyüktü. Farklı mezhep ve dinlerden insanlar mücadele içinde birleşmişti. İşçi sınıfının güçlü olduğu yerlerde, örneğin Mısır’da, diktatörleri devirmek çok daha kolay oldu.

- ABD ve müttefiklerini değil ama bir başka emperyalist bloku, örneğin Rusya ve müttefiklerini destekleyen rejimler antiemperyalist değildir. Dolayısıyla, böyle ülkelerde gerçekleşen ayaklanmalar ABD bloku tarafından kışkırtılmış veya onun siyasi yörüngesinde olmak zorunda değildir. Esad veya Kaddafi gibi diktatörlerin katliamlarını “antiemperyalizm” adına desteklemek utanç vericidir. Emperyalizm ancak sıradan insanların özgürlük mücadelesiyle yenilebilir.

Sosyalist İşçi, bundan sonraki dönemde de Arap halklarının mücadelesini, zaferlerini ve yenilgilerini dikkatle takip ederek okuyucularına aktardı. Esad Suriye’ye, İsrail Gazze’ye saldırıyorken “Direnen Gazze’nin, Suriye halkının yanındayız” dedi. Türkiye’de sayısı 2 milyona yaklaşan Suriyeli mültecilere yönelik ırkçılığa karşı mücadele edenlerin sesi oldu, her fırsatta “Suriyeli mülteciler kardeşimizdir” dedi.

Devrimci bir gazete, her mücadelenin içindeki en ileri aktivistleri bir araya getirecek bir partiyi örgütlemede üstlendiği rol kadar, farklı şehirlerdeki ve ülkelerdeki işçilerin mücadelelerinin deneyimlerini birbirlerinden öğrenebilmeleri için bir araç olduğu için de önemli.

500. sayıya ulaştığımız bugünden geriye dönüp bakınca, Arap Baharı özelinde Sosyalist İşçi’nin bunu fazlasıyla başardığı görülüyor.

Bugün Arap devrimleri birçok farklı yönden tehdit altında. Yenilgiler ve geri çekilişler yaşadı. Ancak dört yıl önce Ortadoğu sokaklarını inleten slogan hâlâ kulaklarımızda, talebimiz olmaya devam ediyor:

Halk, rejimin devrilmesini istiyor!