Tolga Yıldız, Darwin’in getirdiği açıklamayı anlatıyor.

Türlerin Kökeni başlıklı yaklaşık 600 sayfalık bilimsel eser, 24 Kasım 1859’da yazarı elli yaşındayken yayınlanmıştı. Kitabın yazarı olan Charles Darwin, şehre uzak bir çiftlik evinde 17 sene süren çalışmalarına hastalıklı bünyesi nedeniyle kesintilerle de olsa büyük bir tutkuyla devam etmişti. Fakat bu kitabı uzun bir süre yayınlama cesareti gösterememişti.

Bunun iki sebebi vardı: Mezunu olduğu Cambridge Üniversitesi başta olmak üzere liberal Avrupa akademik çevrelerinin “mutlak insan”ı tahtından edecek bu açıklamaya göstereceği sert tepkiler ve bu bakış açısının öncüllerine halihazırda gösterilmiş tepkilere karşı daha ikna edici bulguların titizlikle elde edilip çözümlenmesinin o zamanki teknolojiyle oldukça zahmetli olması.

Evrim olgusunu ilk defa Darwin dillendirmeyecekti üstelik. Hatta çocukluğu bu meselenin konuşulduğu bir evde geçmişti. Darwin, dedesi Erasmus Darwin gibi evrimcilerden farklı olarak fizikte Newton’ın yaptığını yapmak üzereydi sadece. Evrimsel niteliği olan birbirinden farklı tüm biyolojik bulguları tek bir mekanizma ile açıklamayı başarabilmişti. Bu mekanizmayı tanımlayıp ona isim koyan ilk kişiydi: Doğal seçilim.

Doğal seçilim

Gençliğinde baba mesleği tıpta okurken başarısız, fakat daha sonra geçtiği ilahiyatta ise gayet başarılı bir öğrenci olan Darwin’in aklı hep doğa tarihindeydi. İlahiyat öğrencisiyken botanik dersleri almış ve böcekler üzerine çalışmıştı. Genç yaşta dünyayı dolaşmış, Afrika’da tanık olduğu köleciliğe karşı çıkmış ve yayınlarıyla İngiliz bilim çevrelerinin saygısını kazanmıştı. Ta ki 1859 sonuna dek.

Darwin, Türlerin Kökeni’nde “doğal seçilim” tezini oldukça ayrıntılı gözlemsel ve deneysel bulgularla açıkça destekliyordu. Hatta tepkilerden çekindiği için koskoca kitapta sadece birkaç defa insana gönderme yapıyor, tezinin insanın kökeni için de kullanışlı olacağını tartışmaya açtığını ima ediyordu. Ancak Cambridge’deki hocası Türlerin Kökeni için “komik ve iğrenç” demiş ve tüm akademik otoriteler tezin gerçeğe aykırı bir çöp olduğunu açıklamıştı. Yayınlandığının hemen ilk günlerinde kitaba gösterilen bu aşağılayıcı tepkilere rağmen, “doğal seçilim” tezi bazı biliminsanlarının dikkatini çekmeyi başarmış, akademilerin karanlık dehlizlerinde tartışılmaya başlamıştı bile. Mesela Marx ve Engels’in bu esere tabiri caizse bayıldıkları rivayet edilir.

Darwin, yeni çağın bilim yazı üslubuna örnek teşkil edecek bu eseriyle birlikte kutsal canlılığı açıklamaya yönelik bir paradigma değişiminin öncüsü oluyordu. Fakat bunun farkına ve tadına varamayacağı kadar sert bir şekilde Londra basınında yükselen bir karalama kampanyasına malzeme olmuştu. Onu maymun şeklinde gösteren karikatürler basılıyordu. Öbür yandan da kitabı çok satanlar listelerinde başı çekiyordu. Darwin, kendisiyle çağdaş olan farklı alanlardaki farklı paradigma devrimcileriyle aynı kaderi paylaşmaya hazırdı: Hakkında çok konuşularak susturulma. Darwinizm ve anti-darwinizm doğuyordu.

Mesele değişimdir

Buradan sonrası hepimizin malumu. Özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru Marx’ın ya da kuantum fizikçilerinin kuramları gibi Darwin’in kuramı da, doğrudan bilgi sahibi olmayan kitlelerin lehte veya aleyhte kolayca fikir sahibi olacakları fanatik ve popülist öğretilerden biri haline getirildi. Halbuki modern bilimsel kuramlar, karakterleri gereği binlerce yıllık gündelik sağduyuya aykırı olmuş, yukarıda anlattığım gibi öyle kolay kabul görmemişlerdir.

Modern bilimin dinamik bir gerçeklik algısı vardır. Bunun sebebi teknoloji aracılığıyla deneyimlenen gerçekliğin gündelik sağduyuyu yıkmasıdır. Bu gerginliğe toplumun verdiği tepki, eski sabit evrenler yerine yeni sabit tarihler koymak oldu. Evrim, ilerleme ile eşanlamlı kullanılmaya başlandı. Oysa, mesele değişimdir. Bir şeyleri anlamak adına belirli örüntüleri tanımlayarak geçici kategoriler oluştursak da, canlılık, Darwin’e göre bütünsel bir çatışma, uyum ve aktarım organizasyonudur. Bu etkileşim ağına bakıp uzun vadeli tahminler üretmek ise çetrefillidir. Bu noktada insanın evrimsel macerasından bir örnekle yazımı sonlandırayım.

Şempanzeler ve biz

İnsan öncülleri 7,5 milyon yıl önceye dayanır. Altı milyon yıl önceki ortak bir atadan şempanzelerle biz doğduk (yani şempanzelerden gelmiyoruz, onlar da bizim gibi evrimleşmiş yeni bir tür). “Modern” toplayıcı-avcılık ise 2,5 milyon yıl hüküm sürdü. Türümüzün tarihi 200 bin sene. Tam teşekküllü bir dili 100 bin sene evvel icat ettik. Tarım devrimi 10 bin sene evvel yaşandı. İnsanın üretim ilişkilerindeki son değişim 200 sene evvel sanayi devrimi ile başladı.

Tarım insanı, sanayi üretimiyle birlikte yaşamaya başladığı dönüşümü fiilen ve zihniyet olarak bugün henüz tecrübe edebilmiş değil. Örneğin toplayıcı-avcı insanın fizyolojik niceliklerini 10 bin sene evvel kaybetmeye başlamıştık. Besin çeşitliliğine uyum sağlamış olan toplayıcı-avcılar, açlık riskini azaltırken besin çeşitliliğini de azaltan bitki ve hayvan evcilleştirme tekniğine hızla uyum sağlayamadığı için fizyolojik olarak zayıflamıştı.

Ama şaşırtıcı şekilde 19. yüzyıldan itibaren özellikle büyük ticarî merkezler olarak ortaya çıkan şehirlerde toplayıcı-avcı insanın beden niceliklerine tekrar kavuşmaya başladık. Bunun sebebi küresel serbest piyasa ekonomisi üzerinden dolaşıma giren yiyecek çeşitliliğinin şehirlerdeki pazarlarda tekrar artması, yani besin çeşitliliğinin tekrar ulaşılabilir olması. Bugün bir süpermarkete girdiğinizde 10 bin sene önce yitirdiğiniz besin zenginliğine -ama bu sefer para ile mübadele ederek- tekrar kavuşursunuz. Bu, kemik sağlığınızın 10 bin sene önceki atalarınızınkine benzemesine sebep olur. Mesela boyunuz tarım insanından daha uzundur, dişleriniz daha geç çürür ve dökülür. Tıpkı bir toplayıcı-avcı gibi görünürsünüz.

Bu dinamik döngüyü görebilmemizi, açıklayabilmemizi sağlayan başlıca iki kuramcıdan biridir Darwin. Diğeri ise Marx.