“Marks'ın sosyalizm anlayışını bilimsel kılan, Marks'ın bilimsel buluşları değildir. Marks da zaten ortalarda 'ben şu buluşları yaptım' diye gezinen birisi değildir. Tersine, Marks, kendisinden önceki gelişmelerin hakkını vererek, kendisine ait tek buluşun, sınıf çelişkilerinin işçi sınıfının iktidarı tarafından çözülmesi gerektiği fikri olduğunu söyledi.”

Rıfat Solmaz

Marksizm, hiçbir zaman eylemden kopuk, saf teorik bir gelenek olmadı. Tüm siyasi geleneklerden farklı olarak, marksizm, yaşayan bir hareketin, işçi sınıfı hareketinin deneylerinin bir ifadesi oldu. Kapitalist sınıfların egemenliğini temeli, devlet aygıtının gücü ve fikirlerin hakimiyetiyle oluşturduğu, kapitalist sistemin insanlığın ulaşabileceği en son toplumsal örgütlenme olduğu yargısında düğümlenir. Marksizm, işte bu yargının sürekli eleştirisi demektir.

Bu yargı, bir sınıf tarafından, işçi sınıfı tarafından sürekli sorgulanır çünkü. Sermayenin örgütlü bir hırsızlık olduğunu, emeğine, çalışma koşullarına, emeğinin ürünlerine ve tüm toplumsal ilişkilerine yabancılaşmasına rağmen üretilen zenginliğin üretmeyenlerin banka hesapları toplamı olarak karşısına çıkması, işçilerin koşullarını sürekli sorgulamasına neden olur.

Sol muhalefet bu sorgulamanın ürünüdür. Marksizm eylemde de teoride de bu sorgulamada tek başına değildir.

Yukardan sosyalizm

Kapitalizmin yarattığı vahşet, kapitalizmi sorgulayan çok sayıda geleneğin ortaya çıkmasına neden oldu. Tüm sol gelenekler, kapitalizmi eleştirirken, yeni bir toplumsal örgütlenmenin hangi güç tarafından nasıl örgütleneceğini de tartışmak zorunda kaldı. Karl Marks ve Friedrich Engels, bilimsel sosyalizmin kurucuları olarak, sosyalizmin o dönemde yaygın bir türü olan, yukardan sosyalizm anlayışıyla mücadele ettiler.

Ütopik sosyalizm, adaletsizliğe ve eşitsizliğe karşı, kapitalizm içinde örnek modeller aratmaya çalıştı. Kapitalizm altında sosyalist temellerde işleyen fabrika denemelerinden toplumsal örgütlenme modellemelerine kadar tüm önerilerinde yukardan, sorunları gören, akıllı birey ya da vicdanlı girişimcilerin kurtarıcı rolünü oynadığı bu çabaların çaresiz adımlar olduğu her denemede ortaya çıktı.

Yukardan sosyalizm bir gelenek olarak, değişik biçim ve adlarla geleneksel muhalefetin köşe taşlarından birisi oldu. Marksizm, "İşçi sınıfının kurtarıcılardan kurtulması gerektiği" vurgusuyla, yukardan sosyalizm geleneğiyle sürekli tartıştı. Bu tartışmanın en keskin virajlarından birisi, marksizm ve anarşizm arasındaki tartışma oldu.

Kapitalizmin sonuçlarını en az marksistler kadar amansızca eleştiren ve kapitalizmin yıkılması gereken bir toplumsal örgütlenme olduğu konusunda en az marksistler kadar kararlı olan anarşistlerin temel sorunu, antikapitalist mücadelede işçi sınıfının eylemini sadece bir araç olarak, kendi eylemlerinin kitlesel zemini olarak görmeleri ve bir üretim biçimi olarak kapitalizmin ne hareket yasalarını ne de yeniden üretim süreçlerini kavrayabilmeleriydi. Kapitalizmi tek bir hamleyle yıkıp, yerine aynı hızla devletsiz bir toplumu kurma hayallerinin nedeni, kapitalizmi kendi akıllı örgütlenmelerinin yıkacağına ve aynı akıllarıyla kendileri için oluşan kitlesel zemin üzerinden devletsiz bir toplusal örgütlenmeyi yaratabileceklerine duydukları neredeyse dinsel inanç haline gelmiş olan anarşist düşe sahip olmalarıydı.

Marks, yukardan sosyalizm anlayışının tüm biçimlerine karşı mücadele ederken, Birinci Enternasyonal'in kuruluşu sırasında, kuruluş metnine "Emekçi sınıfların kurtuluşu emekçi sınıfların kendi eseri olacaktır" cümlesiyle başladı. Bu, sosyalizmin hem bilimsel hem de aşağıdan bir mücadele geleneği olarak şekillenmesinde kilit önem taşıyan bir vurguydu.

Bilimseldi, çünkü, marksizm diğer siyasi geleneklerden farklı olarak, düşünceleri, inançları, ideolojileri değil, maddi bir gücü, bir toplumsal sınıfı, teorinin merkezine koyuyordu. İdeallere dayalı bir toplumsal örgütlenmeyi değil, işçi sınıfının kendi hareketinin ürünü olarak şekillenecek yaratıcı örgütlenmeyi önemsiyordu.

Akıllı, okumuş ve aydınlanmış, aydınlık derecesine bağlı olarak sımsıkı yapılara sahip örgütlenmeler kurmuş bireyler olabilir, kendi eylemini her derde deva gören siyasi gruplar olabilir ama marksizm, tarihin motorunun sınıflar mücadelesi olduğunu, kahramanlar, kurtarıcılar, yetenekli temsilciler, tam donanımlı partiler, demokratik bir işleyişe sahip parlamentolar değil, sınıflar arasında yaşanan ve sadece ekonomik düzlemde değil siyasi ve ideolojik düzlemlerde de süren mücadelenin tayin edici olduğunu savunur.

Marks'ın sosyalizm anlayışını bilimsel kılan, Marks'ın bilimsel buluşları değildir. Marks da zaten ortalarda "ben şu buluşları yaptım" diye gezinen birisi değildir. Tersine, Marks, kendisinden önceki gelişmelerin hakkını vererek, kendisine ait tek buluşun, sınıf çelişkilerinin işçi sınıfının iktidarı tarafından çözülmesi gerektiği fikri olduğunu söyledi. Tarihin motorunun sınıflar mücadelesi olduğu tezi, kişisel her tercihin sınıfsal ekonomik varoluş tarafından belirlendiğini değil, tarihsel gelişme, ileri sıçramalar ve toplumsal keskin mücadelelerde tayin edici gücün toplumsal sınıflar arasındaki mücadele olduğuna yapılan bir vurgudur.

Kapitalizm tüm gezegenin mezarını kazarken, kendi mezar kazıcısını yaratmak zorundaydı. Marks'ın kanıtladığı, kapitalist sistemin temel güdüsü olan sermaye birikiminin ücretli emekçilerin karşılığı ödenmemiş artı emek gücünün üzerinde yükseldiğidir. Kapitalizm üretime toplumsal bir karakter kazandırırken, üretenlerin de kolektif bir karakter kazanmasına neden oldu. Aşağıdan sosyalizm geleneği, işte bu kolektif toplumsal üretici sınıfın eyleminin geleneğidir. 1848'de Avrupa'nın dört bir köşesinde başlayan devrimci patlamalar, henüz yeni yeni oluşan bu sınıfın gücünü göstermekle kalmadı sadece, aşağıdan sosyalizm geleneği bu devrimlerde işçi sınıfının eyleminin gücünü de sahip olduğu zaaflarını da gördü.

1871 yılında Paris'te gerçekleşen Komün ayaklanması, aynı gücün ve aynı zaafların bir kez daha görülmesini sağladı.  Yaratıcı gücü görmezden gelinen sıradan işçiler, kendi eylemleriyle Paris'te egemen sınıfların karmaşık devlet aygıtlarının yerine doğrudan demokrasiye en yakın devlet tipini kurdular.

Aşağıdan sosyalizm geleneği, Paris Komünü'nden bir dizi ders çıkarttı. İşçi sınıfının kurtuluşu için kapitalist devletin işçi sınıfının kendi eylemiyle yıkılması ve yerine bir işçi demokrasisinin, diğer belirleyici kapitalist ülkelerde devrim gelişip tamamlanana kadar kurulması en önemli dersti. İşçi sınıfının devrimci patlamaları, parti propagandalarıyla değil, kendiliğinden gelişir. Devrim, "artık böyle yaşamak istemiyorum" diye düşünen azımsanmayacak bir kitlesel ruh halinin üzerinden, bu kitlenin kendi eylemiyle gelişebilir.

Ama Paris Komünü, bir başka gerçeği daha gösterdi. İşçi sınıfı en kesin eylemleri örgütlerken dahi, çok sayıda fikri bölünmeyi yaşamak zorunda. Çünkü egemen sınıflar sadece devlet zoruyla, silahlı güçleriyle egemenlik kurmuyor. Fikirlerinin gücüyle de egemenlik kuruyor. Marks, egemen sınıfın fikirleri egemen fikirlerdir derken, bunu, egemen sınıfın entelektüel üretim yapan araçlarının da egemenleri olmasına bağlarken, işçi sınıfının bu fikirlerden bağımsız olduğunu hiçbir zaman iddia etmedi. Burjuva sınıfının fikirleri, gücünü, işçi kitleleri üzerinde egemenlik kurmasından alır.  Paris Komünü, devrimci dönemlerde de egemen sınıf fikirlerinin çeşitli biçimlerde varlığını ve hakimiyetini sürdüreceğini kanıtladı. Paris işçi sınıfı bazı önlemleri hiç alamadı, almayı düşünmedi.  Yenilgisinin bir nedeni de bu önlemleri almayı düşünmemesi oldu.

Paris Komünü hem işçi sınıfının hiç beklenmedik bir anda tarihe, siyasal koşullara müdahale etme yeteneğinin zirvelerinden birisini gösterdi, hem işçi demokrasinin iki aylık bir deneyimle karmaşık burjuva devletinin yerine basit ve "devlet olmayan devlet"i örgütleyebilme yeteneğini gösterdi. Ama aynı zamanda işçi sınıfının bir kez başladı mı durmaması gerektiğini, devrimi ulusal ve küresel ölçekte sürekli kılması gerektiğini ve sınıfın öncülerinin devrimci fikirler etrafında sürekli örgütlenmesinin ve tartışmasının yaşamsal önemde olduğunu gösterdi. Otuz küsur yıl sonra işçi sınıfı bu kez Çarlık Rusya'sında devrimci isyanıyla belirginleştiğinde, aşağıdan sosyalizm geleneği bir kez daha başını kaldırmış oldu.

Lenin, Rosa Luksemburg ve Troçki gibi devrimciler sıradan yüz binlerce işçinin eyleminde hem Paris Komünü'nün ruhunu gördüler hem de bu harekete katılarak, işçi sınıfının eyleminin, aşağıdan sosyalizm geleneğinin teorik devamlılığını sağladılar: Yukardan değil, parlamento yoluyla değil, parti iktidarlarıyla değil, ütopyalara uygun hayatlar sürerek değil, milyonlarca işçinin kendi hareketine yardımcı olarak, bu hareketin birliği için mücadele ederek, yani aşağıdan sosyalizm.

 

 


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası