Garo Paylan ve Hayko Bağdat ile röportaj:
24 Nisan 1915'de dönemin Dâhiliye Nazırı Mehmed Talat Bey'in emriyle Ermeni Komite merkezlerinin kapatılması, elebaşılarının tutuklanması ve her türlü belgelerine el konulması ile ilgili 24 Nisan 1915 kararları alındı. İstanbul'da Ermeni toplumunun önde gelen 2.345 ismi tutuklanarak Anadolu'ya sürüldü. Bunlar arasında siyasi militanların yanında milletvekilleri, tanınmış yazar ve şairler, sanatçılar, din adamları ve işadamları da vardı. Sürülenlerin çoğu sürgünde öldü veya öldürüldü.

27 Mayıs 1915'te çıkarılan "Tehcir Kanunu" Kanun-ı Muvakkat (geçici yasa) ile yerel mülki ve askeri yöneticilere, uygun görecekleri kişileri geçici olarak başka yere naklettirme yetkisi verildi.

30 Mayıs günü Meclis-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) kararıyla tehcir süresiz hale getirildi. Verilen rakamlar değişmekle birlikte 1 ila 1 buçuk milyon Ermeni denizde boğularak, tehcir sırasında yollarda çeşitli şekillerde katledildi.

 

Bütün bu sürecin başladığı tarih olarak kabul edilen 24 Nisan günü bütün dünya Ermenileri tarafından bu soykırımın anıldığı gün olarak kabul edildi. Önceki yıllarda çeşitli gösteri, protesto ve etkinlikler düzenlense de ilk defa geçen sene Taksim Meydanı'nda 1915 soykırımında yaşamını yitirenler için kitlesel bir şekilde anma etkinliği Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi tarafından düzenlendi. Bu yıl, bu anmanın ikincisi 24 Nisan Pazar günü yine Taksim Meydanı'nda yapılacak.

Biz de Garo Paylan ve Hayko Bağdat ile birlikte geçmişte 24 Nisan'da yaşananlara nasıl baktıklarını, böyle bir anma etkinliğinin bugün Ermeniler için ne ifade ettiğini ve neden 24 Nisan'da Taksim Meydanı'nda olmak gerektiğini konuştuk.

24 Nisan Ermeni Soykırımı yaşamını kaybedenleri 95 yıl sonra ilk kez Taksim'de andık. Neden şimdi yapılabiliyor? Ne değişti?

Hayko Bağdat: Arat bana, Hrant için yapılan bütün eylemlere gelen bir kadından bahsetmişti. Bir gün yine böyle bir eylemde kadın, kenarda biraz ürkerek duran Ermenilere, 'neden orada duruyorsunuz? Buraya gelseniz. Bedeli ödendi' diye bağırmış. Bugünlere gelmemiz bir mücadelenin sonucunda olmadı. Biz bedel ödedik, Hrant'ı verdik. Bu bedeli ödemiş olan Hrant ve ailesi bir topluma, daha çok Ermeni toplumuna şunu salık vermiş olabilir; ' hadi ama artık, anladık korktunuz, anladık hayatta kalmaya çalıştınız, anladık çocuklarınızı kurtarmaya çalıştınız'. Şimdi ben de çocuk sahibiyim. Bunlarla yüzleşmemek, kendimi ve ailemi riske etmeyecek şekilde davranmak da bir ihtimaldir ve gelenekseldir Ermeniler içinde. Ya çocuğum büyüdüğünde kendisi bunlarla ilgilenmeye çalışırsa? Çünkü bu belayı, bu kötülüğü, bu yalanı, bu kasabanın sırrını hayatlarımızı zehirleyen algısını ne zaman ortadan kaldıracağız? Ben bunu yapmazsam, bunu yapmayı Aras'a bırakacağım. Umarım bundan sonrasını yeni bedeller üzerine kurmayız. Umarım Türkiyeliler cesaret göstererek, yeni kahramanlar feda etmeden bu meseleye bakabilirler. Dolayısıyla değişen şey 'e yeter artık' duygusudur. Bizler bu yüzden artık bunları konuşuyoruz, insanlar bu yüzden 24 Nisan'da Taksim'e gelecekler.

24 Nisan'da bir anma etkinliği düzenlemenin bu yüzleşme açısından nasıl bir anlamı vardır?

Hayko Bağdat: Soykırımın yaşandığı topraklarda bugün yaşayan bizler mezarlıklar üzerine kurduğumuz hayatlarda yaşadığımız yerin altında olan ölülere bir dua etmekle mükellefiz artık. Bütün bunların yaşandığı yerde de daha fazla kasabanın sırrıyla yaşamayalım. Bu sır, binlerce insanın ölümü üzerine büyük bir yalanla inşa ettiğimiz bu oksijen çadırımız bizi öyle insanlar haline getirdi ki… Ceylan'ın üzerinde havan topu patladı ve bu ülkede hiçbir şey olmadı. Uğur Kaymaz'ın yaşından çok kurşun çıktı vücudundan. LGBTT üyeleri sokak ortasında delik deşik ediliyor hala. Toplu mezarlar… Dolayısıyla o ağaca döktükleri kezzabın kokusu duyu organlarımızı, algılama yetimizi köreltti. Bir kısım insanın ciğerlerini yaktı ve onları öldürdü zaten, yaşayanların da duyu organlarının işlevlerini bozdu. Bu işlevsizlik bugün yaşadığımız çoraklığın müsebbibidir. Bunlara yüzleşmek sadece Ermeni'ye iyi gelmez. Hepimize iyi gelir, tedavi oluruz. Ben bu mücadelenin büyük bir kısmını aynı zamanda yaşadığım toprakların yeniden yeşermesi için de veriyorum. Yeni bir kuşak yetişiyor. Hrant öldüğünde 16 yaşında olan bir çocuk bugün 20.5 yaşında. Çok umutluyum da o yüzden uğraşıyor değilim ki, benim uğraşmaktan başka şansım yok. Başka türlü bu bilgiyle yaşamak mümkün değil. Herkes bize hikâyemizi soruyor. Asıl bu soruları onlara sormak lazım. 'Bütün bu hikâyenin, yalanın şahitleri olarak bildiğin ve anlatmadığın halde size ne oldu?' demek lazım. Onların vereceği cevaplar beni değil, seni iyileştirir. Ben zaten biliyorum. Sen cevabını ver, gerçek seni özgürleştirsin.

24 Nisan 1915 ve sonrasında yaşanlar için bir çok tanımlama kullanılır. Sizce nasıl tanımlamak gerekir?

Garo Paylan: 1915'den sonra zaten çok az sayıda Ermeni kalmıştı. Burada kalanlar kendilerini kurtarmaya, yurt dışına gidenler de yeni bir hayat kurmaya çalıştılar. Ermeniler arasında bunun çok sayıda ismi var; 'Büyük Felaket',  'Büyük Kıyım' vs gibi yaklaşık on beşe yakın adı var. 1915 sonrası sadece Ermeniler değil herkes bu konuda susuyor. 1945'e kadar da 1915'de yaşananlara evrensel bir isim konmamış, hukuki olarak adlandırılmamış. Zaten Ermenilerin yurt dışında da içeride de bu konuyla daha organize bir şekilde ilgilenmeye başlaması 2. Dünya Savaşı'ndan sonra oluyor. O dönemde bunun adına 'soykırım' denmeye başlanıyor. Ayrıca 'soykırım' kelimesinin kelime anlamı olarak da o dönemde yaşananları karşıladığını düşünüyorum, çünkü tam olarak da böyle olmuş, yani soyumuz kırılmış. Bu nedenle bunu başka bir kelimeyle ikame etmek bana doğru gelmiyor. Sonuçta bu memleketin insanları soykırımla yavaş yavaş yüzleşiyorlar. Bu kötü bir şey olma haliyle birlikte bu memleketin insanları da kendi vicdanlarında bunun yerini buldukça, o belleğin üzerindeki çamur kalktıkça kendi vicdanlarında buna uygun bir kelime bulacaklardır. Önemli olan bunun kötü bir şey olduğunu, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunun bilincine varabilmektir.

Hayko Bağdat: 2. Dünya Savaşı'ndan sonra soykırım tabirinin hukuksal olarak tanımlanırken Ermenilere yapılanlar referans olarak gösteriliyor. Hatta 2. Dünya Savaşı'ndaki soykırımın esin kaynağı olarak Ermeni soykırımından da faydalanıldığı da söylenir. Evrensel hukuk insanlığa karşı işlenmiş suçların bir bölümüne bu ismi koymuştur. Bu yaptırımları olan bir kavramdır. Şimdi biz yerel ağızla buna başka bir şey söyleyebiliriz fakat bu, caydırıcılığını, onun vereceği utanç duygusunu, yaptırımını görmezden gelmemize engel olmasın. Bu bir soykırımdır. Eğer soykırımın hukuki karşılığı egemen devlet bakışını ürkütüyorsa şunu hatırlatmak da fayda var; soykırım demesen de sen milyonlarca insanın tehcirinden doğacak hukuki sorumlulukları eninde sonunda karşılamakla mükellefsin. Sen buna ne dersen de haksız yere devlet erkiyle korumakla mükellef olduğun vatandaşlarını ölüme göndermek, onların varlıklarını çalmak, daha sonra onları gasp etmek, bugüne kadar devam edecek şekilde o gaspı sürdürmek meselesinin bir tane karşılığı vardır. Dolayısıyla sen buna ne isim bulursan bul bunun karşılığı soykırımdır. Soykırım tabirinin getirdiği caydırıcılık ve bedelinin ağır ödenmesi noktası bugün dünyanın başka yerlerinde risk altındaki halkların ve insanların korunması açısından da önemlidir. Geçmişe dair bütün tespit ve hesaplaşmalarımız gelecekteki hayatımızı şekillendirmek üzere olursa anlamlıdır. Yani 1915 ile bu kadar uğraşmamızın sebebi 2015'de insanlığın bunu bir daha yaşamaması içindir. Sadece geçmişle ilgili bir şey olsaydı birbirimize bir kere sıkıca sarılırdık, helalleşirdik, bu iş de biterdi. Bu iş öyle bir şey değil. Suç ve ceza var, hukuk var. Dolayısıyla dünyada hukuk talep eden kesimlerin eleştirilmesini, dışlanmasını doğru bulmuyorum. Bu da anlamlı, anlaşılır ve haklı bir mücadeledir.

Ne yapıldığı zaman yüzleşilmiş olacak?

Garo Paylan.: Mesela bir Eğitim Bakanı çıkıp "ders kitaplarında, 'Ermeniler 1. Dünya Savaşı sırasında bizi arkamızdan hançerlediler ve biz o yüzden onları bu memleketten gönderdik' tabirinin yalan olduğunu söyler ve "ders kitaplarında bundan sonra Ali topu  Agop'a da Delal'a da atacak" diye açıklandığı gün olabilir. Memlekette Talat Paşa isimli yüzlerce cadde bulvar ve okul isimlerinin değiştiği gün olabilir. Bugün Türk Sanat Müziği denen müziğin aslında Bizans müziğinin devamı olarak pek çok Rum, Ermeni, Yahudi müzik insanlarının da katkılarıyla yapıldığının ve bu müziğin ortak kültürümüzün bir nüvesi olduğunun bir Kültür Bakanı tarafından anlatıldığı gün olabilir. Anayasada geçen hepimizin Türk olduğu ibaresinin değiştirildiği gün olabilir. Ya da Ermeni okulları da dâhil olmak üzere okullarda çocuklara her sabah 'Varlığım Türk varlığına armağan olsun! Ne mutlu Türk'üm diyene' dedirtilmediği gün olabilir.

Hayko Bağdat: Bence nasıl yüzleşileceği konusunda ortak bir uzlaşma noktası bulunması gerekmiyor. Ben sosyalist biri olarak devlete karşı mücadele ediyorum. Sahip olduğum kimliğin hikâyesi bu mücadelemi kuvvetlendiren bir erk. Dolayısıyla hem duygusal hem de siyasi bir mücadele veriyoruz. Duygusal tarafım şunun hesabını soruyor; sen bizim birbirimizin üzüntülerine üzülme duygumuzu elimizden aldın ey ceberut devlet. Sen bunun hesabını vereceksin. Türkiye halkları önünde suçlusun. Bunları anlatırken karşımdakinin etnisitesine, dinsel inancına ya da hangi referanslarla geldiğine değil, bunu anlamasını engelleyen duyguyu anlamasını sağlamak üzere ikna etmeye çalışıyorum. 'Her şeyi boş ver, sen bu hikâyeye nasıl kötü bir şey demezsin? Sen çocukların yollarda açlıktan öldüğü ya da kılıçtan geçirilip derelere atıldığı bir hikâyeyi nasıl meşrulaştırırsın? Senin meşrulaştırmana yol açan şartlar senin suçun değil. Bak nasıl kandırdı seni? Fakat sen artık bu bilgiyi aldın. Artık bununla yüzleşmeye mükellefsin. Dün bana bunu yapan devlet bugün bunları yine yapar. Egemenin bakışı senin çocuğunu yine öldürür. Ceylan 8 yaşındaydı. Sen binlerce Ceylan'ın ölümünü kanıksadığın gün bu Ceylan'ın ölümüne ses çıkaracak halin kalmaz', diyorum. Hayatı değiştirmenin en önemli malzemelerinden bir tanesi gerçek ise bu gerçek şu anda bizim elimizde mevcut.

24 Nisan'da neden Taksim'de olmak gerekiyor?

Garo Paylan: Geçen sene bir ilk yaşadık. Evet, daha önce bazı eylemler oldu, ama geçen yılki bir anmaydı. 95 yıl sonra ilk kez bir anma yapılabildi. Geçen sene sessiz bir şekilde, aslında normalde bizim kiliselerimizde olması gereken şekliyle bir anma düzenlendi. Bu yıl da Taksim Meydanı'nda aynı şekilde bir anma düzenlenecek. Bunun dışında da belki pek çok şey yapılacak ama Taksim'dekinin farkı bir anma olması. Bu yıl bu anma Ankara, İzmir ve Diyarbakır'da da yapılacak. Artık bu vicdani yükü taşımak istemeyen herkes Taksim Meydanı'nda olacak.

Hayko Bağdat: Geçen yıl Taksim'de yapılan eylemin tarihsel anlamda çok önemli bir dönüşümü başlatan, Ermeni meselesi ile ilgili yazılacak olan tarihte altın harflerle yazılacak olan bir iş olduğunu düşünüyorum. Öldüğünü bildiğimiz bir yakınımızın mezarını yapmak isteriz. Taş koyarız üzerine ve yazı yazarız. Arkadaşımızın mezarını yapmak hikâyesidir hala bu iş. Dolayısıyla bu eyleme katılmak çocuklarımıza bırakacağımız mirastır. Bu kritik dönemde, bu şartlanmaların olduğu yerde, bu manipülasyonların olduğu yerde bu eyleme gelmek çocuğuna bir şey anlatmaktır. Dolayısıyla bu duygularla çağırıyorum insanları.

Röportaj: Arife Köse

 


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası