Sıradan insanların siyaseti yönetemeyeceği fikri, emekçilerin sömürüye maruz bırakılması ve yönetilmesi için üretilen en tehlikeli fikirlerin başında geliyor. Devlet yönetimi, özel yetenek gerektiren, belirli vasıflara, ayrıcalık veren bilgiye sahip olmaya dayalı bir uzmanlık alanı olarak tarif edildikçe, toplumun büyük çoğunluğu devleti erişilemez bir güç olarak algılamaya devam ediyor.

Oysa devlet de herhangi bir örgüt gibi bir örgüt. Bir dizi örgütün koordinasyonunu karmaşık bir kurallar silsilesiyle sağlayan ve gücünü toplumun üzerinde, tarafsız görünmekten alan bir örgüt.

Bu örgütün varlığıyla demokrasi, uzlaşmaz bir çelişkiyle bir arada yaşar. Devlet, demokrasiye, varlığının temel koşuluna dokunmadığı sürece tahammül eder. Devletin varlık koşulu ise, bir sonucu olduğu sınıf egemenliğinin sürekliliğini sağlamaktır.

Demokrasi ise, egemen sınıfın ve onun tarafsız görünümlü devlet örgütlenmesinin sınırlarını daraltmak yönünde, doğası gereği tabana yayılmak için dinamik bir hareket halindedir.

Demokrasinin güzergâhı, doğrudan demokrasi yönündedir.

Evet, doğrudan demokrasi mümkündür ama bir azınlığın sınıf egemenliğini garanti altına alan, kapitalist üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin egemenliği altında değil. Doğrudan demokrasi ve doğrudan üreticilerin siyasetin kararlarına aşağıda, üretimin örgütlendiği toplumsal alanda karar vermesi için, karmaşık devlet aygıtının dağıtılması gerekir.

Nüfusun çalışan çoğunluğu, karmaşık devlet aygıtının yerine, doğrudan demokrasiye en çok yaklaşan ve giderek devleti uzmanlık gerektiren bir yönetim zorbalığı olmaktan çıkartıp, basitleştiren, devlet olmayan devlet örgütlenmesini hâkim kılmak zorundadır.

Bunun için, siyaseti, özerk bir üstyapı alanı olmaktan çıkartmak için, ekonomik alana yaklaştırmak gerekli. Bu ise, ancak, üretim alanında kolektif bir konuma sahip olan sınıfın, işçi sınıfının devrimci eyleminin üzerinden gelişebilir.

Sıradan insanların siyaseti yönetemeyeceği fikri, emekçilerin sömürüye maruz bırakılması ve yönetilmesi için üretilen en tehlikeli fikirlerin başında geliyor. Devlet yönetimi, özel yetenek gerektiren, belirli vasıflara, ayrıcalık veren bilgiye sahip olmaya dayalı bir uzmanlık alanı olarak tarif edildikçe, toplumun büyük çoğunluğu devleti erişilemez bir güç olarak algılamaya devam ediyor.

Oysa devlet de herhangi bir örgüt gibi bir örgüt. Bir dizi örgütün koordinasyonunu karmaşık bir kurallar silsilesiyle sağlayan ve gücünü toplumun üzerinde, tarafsız görünmekten alan bir örgüt.

Bu örgütün varlığıyla demokrasi, uzlaşmaz bir çelişkiyle bir arada yaşar. Devlet, demokrasiye, varlığının temel koşuluna dokunmadığı sürece tahammül eder. Devletin varlık koşulu ise, bir sonucu olduğu sınıf egemenliğinin sürekliliğini sağlamaktır.

Demokrasi ise, egemen sınıfın ve onun tarafsız görünümlü devlet örgütlenmesinin sınırlarını daraltmak yönünde, doğası gereği tabana yayılmak için dinamik bir hareket halindedir.

Demokrasinin güzergâhı, doğrudan demokrasi yönündedir.

Evet, doğrudan demokrasi mümkündür ama bir azınlığın sınıf egemenliğini garanti altına alan, kapitalist üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin egemenliği altında değil. Doğrudan demokrasi ve doğrudan üreticilerin siyasetin kararlarına aşağıda, üretimin örgütlendiği toplumsal alanda karar vermesi için, karmaşık devlet aygıtının dağıtılması gerekir.

Nüfusun çalışan çoğunluğu, karmaşık devlet aygıtının yerine, doğrudan demokrasiye en çok yaklaşan ve giderek devleti uzmanlık gerektiren bir yönetim zorbalığı olmaktan çıkartıp, basitleştiren, devlet olmayan devlet örgütlenmesini hâkim kılmak zorundadır.

Bunun için, siyaseti, özerk bir üstyapı alanı olmaktan çıkartmak için, ekonomik alana yaklaştırmak gerekli. Bu ise, ancak, üretim alanında kolektif bir konuma sahip olan sınıfın, işçi sınıfının devrimci eyleminin üzerinden gelişebilir.