Erkin Erdoğan

2007’de başlayan küresel ekonomik krizin 6. yılı geride kaldı. Ancak krizi geride bırakmış değiliz. Ne kamulaştırılan batık bankalar, ne de kemer sıkma politikaları vasıtasıyla yoksulların cebinden ‘zor durumdaki’ şirketlere aktarılan mali kaynaklar ekonomiyi rayına oturtabilmiş durumda. Aksine birçok gösterge, dünya kapitalizminin istikrarsız ve siyasi altüst oluşlara eğilimli bir evreye girdiğine işaret ediyor.

 

Geçtiğimiz haftalarda, temel misyonlarından biri yoksullukla mücadele olan İngiltere merkezli hayır kuruluşu OXFAM, krizin etkilerinin Avrupa’da 25 yıl daha hissedileceğini belirten bir rapor yayınladı. Rapora göre, eğer var olan kemer sıkma politikaları sürdürülürse, 2025 yılı itibariyle Avrupa’daki yoksul insan sayısına 15 ilâ 25 milyon kişi daha eklenecek. 2011 verilerine göre Avrupa’da yaşayan 500 milyon kişiden 40 milyonu yoksulluk çekiyor. 120 milyon kişi ise yoksulluk riskiyle karşı karşıya. Bir dönemin refah ekonomilerinde 65 milyon insanın faturalarını ödeyemez, kışın ısınma masraflarını karşılayamaz duruma gelecek olması, kriz tartışmalarına egemen sınıfın verdiği yanıtın kısa ve net bir özeti aslında.

Düşük ücretli esnek istihdam

Avrupa’nın nispeten sağlam görünen ekonomilerinde de durum pek parlak değil. Örneğin Almanya, işsiz sayısını düşürebilmek için çalışma yaşamını inanılmaz boyutlarda esnekleştirme yolunu seçti. Dolayısıyla işsiz sayısı istatistiksel olarak düşük, ancak çalışma koşulları tam bir felaket. Hem çalışanların ücretlerini baskı altında tutmaya, hem de esnek bir işgücü ordusu yaratmaya yarayan “400 avroluk işler”de çalışan insan sayısı Aralık 2012 itibariyle 7,51 milyondu. Bu rakam Almanya’daki toplam çalışan sayısının beşte birine tekabül ediyor ve 5 milyon çalışan bu esnek işlerde kazandıkları 400 avro aylıktan başka bir gelire sahip değil. Düşük ücretli işlerde çalışanların üçte ikisini kadınlar oluşturuyor.

Almanya’da ücretlerde yaşanan sert düşüş Fransa’yı kaygılandırmış durumda. Geçtiğimiz günlerde Fransız Ekonomi Bakanı Benoit Hamon, Almanya’yı, ücretleri yapay bir şekilde düşük tutup diğer ülkelere karşı haksız kazanç elde etmekle suçladı ve Avrupa’da bazı ülkelerin istihdamla ilgili yönergeleri ihlal ettiğinin altını çizdi: “Almanya’nın rekabet gücünü ayda 400 avro ödenen işlere dayandırmadığı bir sosyal politika uygulamasını istiyorum. Yeni hükümetin tarım ekonomisi, saatlik ücreti 7 avro olan işlere dayanmamalı. İşçilere daha az ücret ödenmesi üzerine kurulu bir rekabete dayanmayan bir ekonomik model ile eşit koşullarda faaliyet göstermeli.” Almanya Başbakanı Angela Merkel ise rekabet gücünü arttırmak için Fransa’yı da ücretleri düşürmeye çağırdı. Almanya’da saatlik brüt 7 avro ücretin altında çalışan işçi sayısı, 2010 verileriyle 4 milyon kişi. Fransa, Dünya Ekonomik Forumu’nun rekabet gücü verilerine göre 2005 yılında 11. sıradayken, bu yıl 23. sıraya geriledi. Almanya ise aynı zaman zarfında 6. sıradan 4. sıraya yükseldi.

Kriz geçici değil

Çalışan ücretlerinin baskı altına alınması yoluyla kâr oranlarının kısmi olarak yeniden yükseltilmesi egemen sınıflar açısından bir rahatlama yaratıyor olabilir. Ancak bu geçici ve istikrarsız bir rahatlama. Kriz sistemik bir yapıda olduğu ve kâr oranlarındaki azalma uzun vadede devam ettiği için, kalıcı bir çözümden bahsetmek mümkün değil. Kemer sıkma politikaları yaraya tuz basmaktan farklı bir etki yaratmıyor. Borç oranlarını düşürmek için, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’nın dayattığı programlar uyarınca, devletler kamu harcamalarını azaltıyorlar. Bu ise talebi azaltarak ekonomiyi daha da küçültüyor. Alınan tedbirler ekonomiyi canlandırmak şöyle dursun, durma noktasına getiriyor ve işsizlik, ücret dağılımında artan adaletsizlik gibi birçok olgu kitle mücadelelerinin fitilini ateşliyor.

Uygulanan tedbirlerin ekonomik performansı da oldukça sorgulanır durumda. Avro Bölgesi’nde bir önceki yıl %87,3 olan kamu borçları, 2012’de %90,6’ya çıktı. Ekonomik büyüklüğü 12,9 trilyon avro olan AB’nin kamu borçları 11 trilyon avronun üzerinde. Uygulanan reçeteler Avrupa’nın kuzeyi ile güneyi arasındaki eşitsizliği giderek şiddetlendiriyor.

Türkiye nasıl etkileniyor?

Avrupa ekonomileri kırılgan ve krize eğilimli bir seyir izlerken, krizin Türkiye’nin kapısında olmadığını söylemek zor. Avrupa’da krizin aldığı seyre göre, Türkiye ekonomisi de etkileniyor ve etkilenecek.

Bunu açıklamak için iki veriden bahsedebiliriz. Birincisi ihracat rakamları. Türkiye’nin AB üyesi ülkelere yaptığı ihracat 2012’de yaklaşık 11 milyar dolar azalarak, toplam ihracatın %46,2’sinden %38,8’ine geriledi. Evet, bu durum Türkiye’yi krize sürüklemedi, ancak yarattığı ekonomik kayıp muazzam. İkincisi ise Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki gözle görülür azalma. Yurtdışında yaşayan kişilerin 2012 yılında Türkiye’deki doğrudan yatırımları, 2011’e göre %37,9, yani 6 milyar dolar azalarak 16 milyar dolardan, 9,9 milyar dolara geriledi. Bölgesel olarak bakıldığında en fazla azalış %69,3 ile Amerika, ikinci olarak ise %38,5 ile Avrupa bölgesinden oldu.

Kriz karmaşık, yavaş ve çelişkili dinamiklerle gelişiyor ve krize karşı mücadele doğrudan ya da dolaylı olarak bütün dünyayı etkisi altına alıyor. Ağustos ayından bu yana tarihin en büyük grevlerinin yaşandığı Güney Afrika da bunun bir parçası, gençler arasındaki işsizlik oranı %60’a dayanan Yunanistan’daki antifaşist mücadele de, Türkiye’de kentlerin neoliberal talanına karşı süren kamusal varlıkların savunması mücadelesi de. Krizin sonucunda bizi neyin beklediğini bu mücadele belirleyecek.