Doğan Tarkan

1989’da Doğu Avrupa rejimleri yıkıldıktan sonra 1991’de SSCB de dağılınca İkinci Dünya Savaşı’ndan beri süren ikili düzen yıkıldı. Doğu Bloğu çöktü. Batı’nın lideri ABD emperyalizmi hem ekonomik gücü hem de daha önemlisi askeri gücü ile tek süper güç olarak gösterilmeye başlandı. Oysa, Doğu Bloğu’nun yıkılmasından sonra ortaya çıkan durum çok başlı, çok merkezli yeni bir durumdu.

 

Doğu Bloğu’nun yıkılmasından hemen sonra daha önce ABD’nin desteği ve kışkırtmasıyla İran ile savaşa tutuşan ve sonunda ağır kayıplar vererek bu savaştan çıkan Irak komşusu Kuveyt’i işgal etti. Saddam Hüseyin Kuveyt’in Irak’ın bir parçası olduğunu iddia etmekteydi ve gerçekten de bağımsız bir Kuveyt’in varlığı için hiçbir neden yoktu. Saddam Kuveyt’i ilhak ederken emperyalistler için giriştiği bir savaşta uğradığı zararları karşılamak istiyordu, üstelik Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla yeni bir durum doğmuştu.

Kuveyt’in işgaline Batılı güçler büyük bir tepki gösterdiler. ABD emperyalizmin önderliğinde büyük bir koalisyon oluşturuldu ve hızla askeri olarak müdahale edildi. Koalisyonda ABD’nin yanı sıra bir dizi batılı emperyalist güç de yer alırken Suriye gibi bölgesel güçler koalisyonu askeri olarak desteklediler. Kısa bir hava saldırısının ardından koalisyon güçleri önce Kuveyt’e ardından Irak’a girdiler, fazla ilerlemediler ama Irak ordusuna ağır kayıplar verdirirken Kuveyt’i “kurtardılar.” Kuveyt’i “kurtaran” askeri güç içinde Suriye birlikleri de vardı.

KÖRFEZ SAVAŞLARI

Birinci Körfez Savaşı’nda Irak tam olarak bilinmese de 30 bin askerî kayıp verdi. ABD ise bütün dünyaya dünyanın efendisi olduğunu, görülmemiş büyüklükte bir savaş koalisyonu kurma yeteneğine sahip olduğunu ve askeri gücünün emsalsiz olduğunu gösterdi. Kısacık bir sürede Irak gibi ciddi bir askeri gücü çökertmişti.

Birinci Körfez Savaşı’nda ABD başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerine askeri birliklerini yerleştirdi. Bu Usame Bin Ladin’in El Kaide örgütünün tepkisini çekti ve El Kaide Doğu Bloğu’nun çökmesiyle aslında merkezi bir otorite doğmadığını tam tersine çok başlı, çok merkezli yeni bir durumun ortaya çıktığını gördü ve “savaşı ABD’ye taşıdı.” İkiz Kuleler vuruldu, binlerce sivil Amerikalı hayatını kaybetti ve o zamanki ABD başkanı Bush’un ağzından “İslami teröre karşı savaş” başladı. Bush 11 Eylül’ün ardından yaptığı konuşmalarda “teröre karşı savaşı” İslamcı, cihatçı örgütlenmelere, İslami faşizme karşı bir mücadele olarak sundu. Böylece bugün solcuların bir kısmının da kullandığı İslami faşizm, İslami terör gibi terimler dünya çapında yaygınlık kazandı.

ABD Afganistan’a saldırı hazırlığına girdi. Afganistan’daki Taliban rejimi ve onun himayesindeki El Kaide örgütlenmesi hedefe kondu, yeni koalisyon kısa sürede de kuruldu. Ancak bu defa kurulan koalisyon Irak’a karşı başlatılmış olan Birinci Körfez Savaşı’nın koalisyonu kadar geniş değildi.

Afganistan yoğun olarak bombalandı ve ardından Amerikan ve İngiliz orduları Afganistan’ı işgal etmeye başladı. Taliban ve El Kaide emperyalist savaş makinesi karşısında fazla direnemedi. Afganistan’ın işgaline karşı dünyada fazla ses çıkmadı. Esas olarak devrimci sosyalistlerin liderliğinde oluşan savaş karşıtı hareket oldukça etkisizdi.

Afganistan’ın hemen ardından Bush teröre karşı savaşın boyutlarını genişletti. Birinci Körfez Savaşı’na kadar batı emperyalizminin sadık taraftarı olarak görülen Saddam’ın Irak’ı yeniden hedefe kondu. Irak’ın İslami faşist terör örgütlerini koruduğu, kitle imha silahlarına sahip olduğu iddia edildi. Dünya devletlerinin çoğu bu iddiayı onaylamasına rağmen dünya halkları karşı çıktı. Tarihin belki de en büyük kitle direnişi başladı. Milyonlarca insan sokaklar çıkarak Irak’a saldırıya karşı tutum aldı. Savaş karşıtı hareket savaşın aslında petrol için yapıldığını anlattı.

Ne var ki ABD ve İngiltere’nin devasa savaş güçleri kısa zamanda harekete geçti ve Irak’ta taş üstünde taş bırakmadı. Kara harekâtı başladığında Irak ordusu, Irak hava kuvvetleri hemen hemen yok olmuştu. Emperyalistler kolay bir biçimde Irak’ı işgal ettiler. Güneye İngilizler, kuzeye ise ABD güçleri yerleşti.

ABD'NİN YENİLGİSİ

Irak devleti askeri olarak emperyalist saldırıya direnemedi ama direniş derhal başladı ve kısa zamanda yayıldı. Güneyde Şiiler, kuzeyde Sünniler ve bu arada El Kaide örgütlenmeye ve direnmeye başladılar. Afganistan’a ve Irak’a saldırırken bu ülkelere “demokrasi” de getireceğini iddia eden emperyalist güçler Afganistan’da tam bir batağa girerken Irak’ta da tutunamadılar ve baştan ilan ettiklerinde çok daha önce çekilmek zorunda kaldılar.

Irak askeri olarak baştan büyük bir başarı olarak görülmesine rağmen daha sonra bu başarı başarısızlığa dönüştü. Bugün Irak’ta ABD’ye dostça yaklaşmayan, İran ile yakın ilişkiler içinde olan bir rejim var ve ABD ordusu büyük ölçüde bu ülkeyi terk etti.

Afganistan’da ise iş başın bir kukla hükümet getirilmesine rağmen Taliban zaman içinde toparlandı ve ABD NATO güçlerini savaşta yardımına çağırmak zorunda kaldı. Şimdi ise ABD ve diğer NATO güçleri bir an önce Afganistan’dan çekilmeye hazırlanıyorlar. Kısacası ABD dünyanın en büyük askeri gücüne sahip olmasına rağmen hem Irak’ta hem de Afganistan’da askeri olarak yenildi.

ABD uzun zaman önce benzer bir deneyi Vietnam, Kamboçya ve Laos’ta da yaşamıştı. Bu ülkeleri darmadağın eden ABD kara savaşından çekilmek zorunda kalmış ve ardından uzun zaman hiçbir ülkeye kara harekâtı yapamama durumuna gelmişti. ABD emperyalizmi şimdi de aynı durumda. Askeri ve sivil elit yeni kara savaşlarına girecek cesarete sahip değiller.

Soğuk Savaş’tan dünyanın efendisi görünümü ile çıkan ABD bugün hala ekonomik ve özellikle askeri olarak çok güçlü. İkinci büyük ekonomik güç olan Çin arayı giderek kapatmasına rağmen ABD askeri olarak Çin’den defalarca büyük ve Çin’in ekonomik gücünü kısa zamanda ağır ölçüde tahrip edebilecek olanaklara sahip. Örneğin ABD deniz gücü Çin ekonomisinin tüm ihracat olanaklarını durdurabilecek ölçüde üstün. Öte yandan ABD’nin askeri harcamaları kendisini takip eden bir dizi ülkenin askeri harcamalarının toplamından daha fazla. Bu durum ABD’nin askeri gücünün olağanüstü üstünlünü korumasına neden olmakta. Ama diğer yandan ABD’nin savaş koalisyonlarının giderek daralması da politik etkinliğinin hızla zayıfladığının en iyi göstergesi. Ekonomik üstünlüğü giderek zayıflarken politik üstünlüğü de zayıflamakta.

Suriye’ye müdahale bu yeni durumun en iyi göstergesi. Sadece ABD değil, uzun süredir ABD’nin en iyi politik ve askeri müttefiki İngiliz emperyalizmi de Suriye’ye müdahale edemedi. İngiltere parlamentosu müdahaleye hayır derken ABD’de başkan Obama yetkisi olmasına rağmen müdahale için Senato ve Temsilciler Meclisi’nin onayını istemek zorunda kaldı. Oylama yapılmadı ama yapılsaydı büyük olasılıkla İngiltere’de olduğu gibi müdahaleye hayır tutumu kazanacaktı.

İki en saldırgan batılı emperyalist gücün Suriye’ye saldıramaması, Irak’tan çekilmiş olmaları, Afganistan’dan ise hızla çekilme hazırlıkları içinde olmaları emperyalizmin içinde olduğu durumu göstermekte.

Geçtiğimiz kısa sürede iki başka emperyalist güç mevzi kazandı.

Libya’ya saldırıda ABD’nin desteği ile de olsa Fransa başı çekti, Mali’ye ise Fransa tek başına kapsamlı bir biçimde müdahale etti. Suriye’ye saldırı konusunda ise Rusya politik olarak dünya sahnesine adeta yeniden döndü. Bu saldırıyı bloke etmeyi başardı ve bu arada kendi askeri gücünü de “gerekirse kullanma” tehdidi sallama olanağı buldu.

YENİ ORTAKLAR

Kuşku yok ki rakiplerinin kendisinden hızlı bir biçimde gelişmesine rağmen ABD hala dünyanın en büyük ekonomik gücü ve bu nedenle de askeri olarak daha açık bir ara ile üstünlüğünü korumakta ama politik olarak ABD artık eski gücüne, etkisine sahip değil. Dünya ABD ile birlikte harekete geçmekte daha isteksiz, ABD üstünlüğünü kabul etmekte de daha isteksiz. Önde gelen emperyalist güçler kendi başlarına hareket edebilmekte ve ABD planlarını bozabilmekte, daha küçük güçler ise bölgesel etkilerini geliştirmek doğrultusunda daha ciddi, etkili adımlar atabilmekte. Çin ve diğer emperyalist güçler ABD hegemonyası açısında en büyük rakip olmalarına karşısın alt emperyalist ülkelerin adımları da önemsenmeli.

Bütün bunlara ek olarak Suriye’ye müdahale süreci bir başka çok önemli gelişmenin daha geçtiğimiz yıllarda yaşandığını ve belirleyici öneme sahip olduğunu gösterdi. Soğuk savaş yıllarından faklı olarak büyük yığınların katıldığı savaşa hayır diyen harekât emperyalizme ağır bir darbe vurdu. Bugün İngiltere ve ABD’nin Suriye’ye müdahale edememelerinin belirleyici olamasa da önemli nedenlerinden birisi de bu muhalefettir. Savaş karşıtı hareket emperyalist ülkelerin politikacılarının savaş yanlısı harekât güçlerini büyük ölçüde daraltmıştır.

Şimdi dünya bir süredir içinde olduğu yeniden şekillenme süreci de yeni bir aşamada. Bu yeni süreçte emperyalist güçlerin çatışmasının dışında bir kere daha işçi ve emekçilerin mücadelesinin belirleyici olabilme olanağına sahibiz.