Doğan Tarkan

Seçimlerin sosyalistler için iki anlamı vardır. Birincisi, işçi ve emekçilerin politik gelişmelere en duyarlı oldukları seçim döneminde onlara propaganda yapabilmek, siyasî gerçekleri en geniş ve güçlü bir biçimde teşhir edebilme fırsatını değerlendirmektir. İkincisi, sosyalist örgütün kitleler arasındaki gücünün ölçülmesidir.

Seçimlerde kendini sınayabilmek için seçimlere katılmak gerekir. Türkiye’de bu ancak siyasî partiler yasasının dayattığı gereklerin yerine getirilmesiyle mümkündür. Bir dizi sol parti 1980-90 ve 2000’li yıllarda seçimlere katıldı. Bir dizi sol, sosyalist aday bağımsız olarak seçimlere girdi.

Son iki seçimde Kürt özgürlük hareketinin desteklediği bağımsız adaylar dışında genellikle sol, sosyalist bağımsız adaylar çok kötü sonuçlar aldı. Çok zaman oyları ancak birkaç yüz olabildi. Bu sonucun sosyalistlerin gücünü ölçmekle de, seçim döneminde yaygın bir propaganda yapmakla da ilişkisi yok.

Birçok seçime sol siyasî partiler de katıldı. Bir iki seçimde ÖDP hariç diğerleri gene çok düşük oylar aldı. Zaman zaman sol partiler en az oy alan parti durumuna düştü. Alınan binde 1-2’lik oy oranlarının da 200-300 oy alan sosyalist bağımsız adaylardan bir farkı yok. Ne sosyalistlerin gücünü ölçmüş oldular, ne de propaganda olanaklarını daha iyi kullanmış oldular.

Dolayısıyla, sınırlı güçlerle seçimlere katılmak ve sonunda komik düzeyde oylar almak sosyalistlerin seçimlerde kullanabileceği bir taktik olamaz.

Beş dakikalık demokrasi

Propaganda yapmaya gelince, bunun için ille de aday çıkararak seçimlere katılmak gerekmiyor. Seçim döneminde bir devrimci sosyalist örgüt her koşulda gücü oranında propaganda yapabilir. Şimdiye kadar hiçbir seçimde aday çıkarmayan, hiçbir seçime katılmamış olan DSİP, seçime katılan partiler kadar siyasî gerçekleri açıklama olanakları bulmuştur.

Ancak bir siyasî örgüt seçimlerde önerisini de açıklamak zorundadır. Seçimleri boykot etmek ilk akla gelen öneridir. Seçimler beş dakikalık bir demokrasidir, öyleyse bu demokrasi oyununa katılmıyoruz denebilir. Ancak geçmişte bu taktiği benimsemiş olanlar, kullanılmayan bütün oyları kendilerine yazarak taktiklerinin başarısını göstermeye çalıştılar. Bu sahte bir tutumdur. Boykot ancak devrimci bir ayaklanma döneminde, büyük yığınların iktidarı sarstığı, gerilettiği ve belki de iktidara yürümeye çalıştığı bir koşulda doğru olabilir. Lenin, 1905 devriminde haklı olarak boykotu savunur, ancak devrimin gerilemeye başladığı günlerde boykot tutumuna karşı çıkar. Kaldı ki, Türkiye’de şimdiye kadar ayaklanma durumu olmamıştır, dolayısıyla boykot önerisi daima sol sekter ve aslında apolitik bir tutumdur. Büyük işçi ve emekçi yığınların tutumundan uzaktır.

Seçimlerde işçi ve emekçi yığınlar bilinçsizce sürüklenmez. Bazılarının ileri sürdüğü gibi “koyun gibi” yani bilinçsiz bir sürü gibi oy atmazlar, kendi çıkarlarına en yakın siyasî parti veya partilere yönelirler.

1970 darbesinden sonra Ecevit’in liderliğindeki CHP “ortanın solu” politikasını saptadı. Bu yeni politik hattı ile CHP solda yer alan bir parti haine geldi, işçi ve emekçilerin oyunu almaya başladı. 12 Mart darbesine işçi ve emekçilerin duyduğu tepki esas olarak CHP’ye kanalize oldu. İşçi kentleri CHP’nin kalesi oldu. Ecevit’in İstanbul’daki mitinglerine yüz binlerce işçi katıldı. Açık ki, Ecevit’in solculuğu sorunlu bir solculuktu ve nitekim bu sorunluluk kendisini Kıbrıs’ın işgalinde, ardından sıkıyönetim ilanlarında, faşist katliamlara karşı hükümetin etkisizliğinde gösterdi.

12 Eylül darbesinden sonra sınırlı bir demokrasi ile seçimlere gidildi. Seçimlere katılmanın önündeki engeller kalktığında durum değişmeye başladı ve işçi sınıfı gene büyük ölçüde Sosyal Demokrat Halkçı Parti’de toplandı. SHP 1987’de yüzde 24, 1991’de yüzde 20, 1994’te yüzde 17 (bu seçimlere yeni açılan CHP de katılmış ve yüzde 4 oy almıştı) oranlarında oy aldı. SHP oyları 70’li yılların CHP oylarına yaklaşamadı bile, ama gene işçilerin yoğun olduğu bölgelerde SHP daha güçlüydü. Üstelik, 1991 genel seçimlerine CHP Kürt özgürlük hareketinin o günkü örgütü olan HEP ile birlikte girmişti.

SHP 1995 seçimlerine CHP ile birleşerek girdi ve CHP bu seçimlerde bir önceki seçimlerde SHP+CHP’nin aldığı oyun ancak yarısını aldı: yüzde 10. Sola oynayan fakat CHP’den çok daha sağda olan DSP güçlenmekteydi (oylarını yüzde 10’dan yüzde 14’e çıkarmıştı.)

Devrimci sosyalistler bu dönemde SHP’ye ve 1995’te CHP’ye oy çağrısı yaptı. İşçi sınıfının eğilimi içinde yer aldılar, ama her defasında asıl vurguyu mücadeleye, mücadelenin önemine, devrimci bir sosyalist partinin gerekliliğine yaptılar. Gene her seçimde Olağanüstü Hal Bölgesinde Kürt özgürlük hareketinin temsilcilerini desteklediler.

DSİP bütün bu dönem boyunca solun gerilemekte olduğunu, sağın (üstelik sadece sağın değil, aşırı sağın) yükselişte olduğunu vurguladı ve solda birlik çağrısı yaptı. Bu birlik çağrısı sosyalist solu içerdiği kadar SHP ve sonra CHP’yi de içerdi.

1995 seçimleri işçi sınıfının CHP’ye oy vermediği bir seçim oldu. İşçi ve emekçiler CHP’den DSP’ye fakat daha çok da Refah Partisi’ne kaymaya başladı.

1995 seçimlerine o yılın yoğun işçi mücadelesi içinde gidildi. Yaz aylarında emekçiler üç kez Ankara’ya yürüdü ve 20 Eylül’de çok güçlü bir genel grev gerçekleşti. Bunun sonucu olarak DYP-CHP hükümeti çöktü ve seçimlere gidildi.

Sosyalist İşçi gazetesi 1995 seçimlerinde “Sağ parlamentoya karşı oylar CHP’ye, İşçiler birleşin” başlığını kullandı. Sosyalist İşçi parlamentonun çok sağa kayacağını, Refah Partisi’nin birinci parti olacağını söylüyordu ve nitekim öyle oldu. İşçi sınıfının oyu sağa kayarken, Refah, ANAP, DYP ve DSP damgalarını vurdular. CHP parlamentodaki en küçük partiydi. MHP ise sadece yüzde 2 oy eksiği ile parlamentoya girememişti. DSP’yi dışarıda bıraksak bile sağın oyları yüzde 70’e ulaşmaktaydı.

1995 seçimlerinde HADEP ve diğer sol partiler yüzde 10 barajını aşacaklarını iddia ediyorlardı. HADEP yüzde 4’te kalırken diğerleri ancak binde 1-2 oranında oy alabildi. CHP dahi barajı kıl payı geçebildi.

Solun bu tutumuna karşı Sosyalist İşçi mücadeleye vurgu yapıyor, “Evet” diyordu işçilere, “biz de sizinle beraber CHP’ye oy vereceğiz, ama gelin hep birlikte mücadeleye hazırlanalım. Sağ bir parlamento geliyor ve saldıracak” diyordu.

Saf Kemalist çizgi

Sağ parlamentonun kurulmasının ardından CHP’de Baykal çizgisi güç kazandı, SHP’den gelen kadrolar ve solda duran herkes etkisizleştirildi, CHP işçi oylarını hızla kaybederken giderek Kemalizm partiye bütünüyle egemen oldu.

CHP zaten “cumhuriyeti kuran”, tek parti rejiminin partisiydi ve zaten Kemalizm partide hakim çizgiydi, Baykal bunu tek çizgi haline getirdi ve toplumu laik, anti-laik olarak bölmeye başladı. CHP artık solda bir parti değil, Refah’a ve DSP’ye kaptırdığı işçi oylarını geri almaya çalışan bir parti değil, laik çizgiyi koruyan ve bunu ne pahasına olursa olsun yapmaya çalışan bir partiydi.

Bu koşullarda CHP’ye oy çağrısı yapmak, hem işçi sınıfının desteğini kaybettiği için, hem de yeni saf Kemalist çizgisi nedeniyle artık mümkün değildi.

1995 yılında genel seçimlerin ardından bir de ara seçimler yapıldı ve Refah bu ara seçimlerde oylarını iyice arttırırken CHP büyük ölçüde geriledi.

1995 yılının geri kalan kısmı ve 1996-97 yılları darbe söylentileriyle geçti ve 28 Şubat darbesi oldu. Türkiye solunda ulusalcı-özgürlükçü ayrımının tohumları bu darbeye karşı tutumda oluşmaya başladı. Parlamentoda ANAP, DYP, DSP ve CHP hükümete verilen muhtırayı onayladı. CHP muhtıranın en istekli savunucusuydu.

Solda ise DSİP dışında açıkça “darbeye hayır” diyen bir çizgi çıkmadı. Sosyalist İşçi gazetesi o dönemde “Darbe yanlıları işçi düşmanıdır”, “Darbeye hayır, tanklar kışlaya”, “Darbenin hedefi işçi sınıfı olacaktır”, “Darbeye geçit yok” gibi başlıklarla çıktı.

28 Şubat’ın ardından hükümet yıkıldı ve yerine ANAP, DSP, DTP hükümeti kuruldu.

1999 seçimlerinde kapatılan Refah Partisi’nin yerine kurulan Fazilet Partisi’nin oyları yüzde 23’ten yüzde 15’e gerilerken, Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmiş olmasının prestiji ile DSP yüzde 22, o günlerin gerici ortamının sayesinde MHP yüzde 17 oranında oy aldı, Baykal CHP’sinin oyları yüzde 8’e düştü ve CHP parlamento dışında kaldı. HADEP’in oyları gene yüzde 4 oranındaydı.

DSİP bu seçimlerde öncü işçilerin önemli bir kısmının desteğini sağlamış olan ÖDP’ye oy çağrısı yaptı. İşçi sınıfı oyları ise son derece dağılmıştı. ÖDP o seçimlerde 248.555 oy aldı. Bu iyi bir başarıydı, ama devamı gelmedi. Diğer sol partilerin toplam oyu ise ÖDP’nin oyunun yarısına bile ulaşamıyordu. 1995 ve daha öncesinde olduğu gibi, 1999 seçimlerinde de DSİP Kürt bölgelerinde HADEP’e oy çağrısı yaptı.

AKP’nin yükselişi

1999-2002 seçimleri arasında Fazilet Partisi ve HADEP kapatıldı, İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hapse atıldı ve AKP kuruldu.

Devrimci sosyalistler için 2002 seçimlerinde durum daha da karanlıktı, çünkü ÖDP de öncü işçilerin partisi olma özelliğini yitirmeye başlamıştı. Seçimin sonucunda AKP yüzde 34 ile parlamentonun çoğunluğunu, CHP yüzde 19 ile geri kalanını kazandı. DYP, MHP, Genç Parti, DEHAP ve ANAP sırasıyla yüzde 9, 8, 7, 6, 5 oranında oy alarak parlamento dışında kaldı. Fazilet Partisi’nin yerine kurulan Saadet Partisi ancak yüzde 2 aldı. ÖDP oyları ise büyük bir düşüşle 105 bine indi.

AKP 2002 seçimlerinin mutlak galibi oldu. CHP ise 1999 seçimlerinden sonra kurulan hükümetlerin içine düştüğü derin krizlerin karşılığı olarak oylarını büyük ölçüde arttırdı, ama artık CHP işçi sınıfının oy verdiği bir parti olmaktan çıkmış, laiklerin partisi haline dönüşmüştü.

2007, 2011 seçimleri iki önemli gelişmeye şahit oldu: AKP oyları yükselerek yüzde 50’ye yaklaştı, Kürt Özgürlük Hareketi bağımsız adaylar politikası ile her iki seçimde de parlamentoda grup kurabilecek kadar milletvekili çıkarmayı başardı. 2007 seçimlerinde İstanbul’dan iki, 2011 seçimlerinde ise İstanbul’dan üç, Mersin’den bir milletvekili çıkarıldı. Bu milletvekilleri daha çok Kürt oyları ile seçildi. Kurulan seçim bloklarında yer alan sol örgütlerin katkısı asgari düzeyde kaldı.

Hedef: mücadele

DSİP açısından 1980’lerde başlayan ve günümüze kadar süren seçimlerde ilk ilke daima mücadelenin hedef olarak gösterilmesiydi. İkinci ilke, ilkinin bir gereği olarak, Kürt bölgelerinde daima Kürt Özgürlük Hareketi’nin desteklenmesiydi.

Bunların yanı sıra DSİP daima işçi sınıfının eğilimlerine baktı ve onun eğilimleri ile birlikte tutum aldı: solda duran SHP ve bir kere de SHP ile yeni birleşmiş olan CHP’yi destekledi, bir sonraki seçimlerde ise CHP’nin işçi emekçi oylarından kopmasının sonucu olarak öncü işçilerin, özellikle de KESK’te örgütlü en mücadeleci kesimin tercihi olması açısından ÖDP’ye oy çağrısı yaptı.

Son iki seçimde ise DSİP, Kürt Özgürlük Hareketi etrafında oluşan seçim blokları içinde yer aldı ve bağımsız aday kampanyaları için çalıştı.

CHP ve ÖDP’ye oy çağrısı yapıldığında DSİP aynı zamanda bu partilerin yetersizliğine de dikkat çekiyor ve devrimci alternatifin yaratılması gerektiğini vurguluyordu.

DSİP bu seçim tutumuyla seçimlerden sonra işçi ve emekçilere mücadele çağrısı yapmaya devam etmekte, oy verdikleri partilerin yetersizliğini göstermekte ve devrimci alternatifin yaratılmasına çağrıda bulunmaktaydı.

Ve şimdi

Önümüzde yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler olmak üzere üç seçim var. Bu saçimlerde CHP ve çevresindeki her türden ulusalcı AKP’ye karşı bir blok öneriyor. CHP ve MHP oyları bir blok olsa da, şimdiden görünen o ki AKP’yi geçme şansına sahip değil. Bloğa BDP’nin de katılması sağlanmaya çalışılıyor.

BDP’nin ve HDP’nin bu öneriyi kabul etmesi mümkün değil. Kabul etseler bile seçmenlerin bu öneriyi kabul ederek CHP/MHP’ye oy vermeleri mümkün değil.

Son anayasa tartışmalarında açık ve net bir ayrılık oluştu. CHP ve MHP etnik Türk kimliği olan bir anayasa istiyor. Bu istekle Kürt kimliğinin tanınması için mücadele eden Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve devrimci sosyalistlerin anlaşması mümkün değil.

Devrimci sosyalistler bu önümüzdeki yerel seçimlere parçası oldukları HDK’nın partisi HDP ile girecek. Kürt bölgelerinde ise gene her zaman olduğu gibi Kürt Özgürlük Hareketi’ni, bu kez BDP’nin çıkaracağı adayları destekleyecekler. Ayrıca, her aday için DSİP’in öne sürdüğü seçim ilkeleri geçerli olacak.