Mehmet Eren

Türkiye burjuvazisi, AKP hükümeti eliyle, işçi sınıfının kazanılmış haklarını elinden almak için çeşitli girişimlerde bulunuyor. Esnek çalışma, bölgesel asgari ücret uygulaması, özel istihdam bürolarının kurulması, taşeronlaştırmanın yaygınlaştırılması, kıdem tazminatının fona devri bu çabaların bazı başlıklarıdır.

Kıdem tazminatı nedir?

Kıdem tazminatı, işyerinde bir yılını dolduran işçilerin hak kazandığı ve belli koşullarda işçiye ödenen bir ödemedir. Yürürlükteki yasalara göre; işçi ölürse yakınlarına, işçi haksız yere işten çıkarılırsa, askere gitmek için işten ayrılırsa, kadın işçi evlendikten sonra bir yıl içinde işi bırakırsa, işçi haklı bir sebeple işi bırakırsa, 15 yıl 3600 günü dolan kişi emeklilik yaşını evde beklemek isterse, işçi emekli olmak için işi bırakırsa, işveren kıdem tazminatını ödemek zorundadır.

Kıdem tazminatı bedeli için, işçinin çalışma süresinin yıl olarak miktarı (artık yıl ondalık olarak eklenir), işçinin son aldığı giydirilmiş (yol, yemek vb. her türlü paraya çevrilebilecek haklar dâhil edilerek bulunan) brüt 30 günlük ücreti ile çarpılır. Bu hesap sonucu bulunan miktardan damga vergisi dışında vergi kesilmez. 30 günlük giydirilmiş brüt ücret için, bir 12 Eylül düzenlemesi olan 3210 TL tavanı vardır, bu tavan 6 aylık dilimlerde yeniden belirlenmektedir. Tavanı aşan durumlarda hesaplamalar için tavan ücret esas alınır. Brüt giydirilmiş 30 günlük ücret miktarı yasadaki alt sınır olup, toplu sözleşmelerde daha yüksek değerler (45, 60, 90 gün vb) olarak ta belirlenebilmektedir.

Kıdem tazminatı Türkiye’de patronların işçileri herhangi bir bahane ile işten çıkarmasının önünde caydırıcı bir etkendir. Diğer bir yönüyle de işçinin başka bir iş buluncaya kadar geçimini sağlayacağı önemli bir kaynaktır. Bugün her ne kadar işsizlik sigortası denen bir uygulama varsa da, bu haktan yararlanmak hem çok fazla şarta bağlıdır, hem de alınacak işsizlik maaşı, asgari ücretin %80’ini geçememektedir.

Kıdem tazminatı Türkiye’de ilk defa 1936 yılında çıkarılan ilk İş Kanunu’nda yer almıştır. Son uygulanan biçimine ise 1975 yılında ulaşmıştır. 1917 Ekim Devrimi ile başlayan hareket, tüm dünyadaki işçi sınıfı kazanımlarını olumlu olarak etkilemiş, en baskıcı ülkelerde bile örnek alınabilir korkusu ile işçi sınıfına bazı hakların verilmesine yol açmıştır, Türkiye’de kıdem tazminatı hakkının verilmesi böyle bir etkileşim sonucu olmuştur.

Daha sonra 1947 yılında ilk sendikalar yasası ve 1963 yılında da grev ve toplu sözleşme yasaları yine kendi dönemlerindeki yerel ve uluslararası işçi sınıfı hareketlerinin yarattığı etkiler sonucu çıkarılmıştır.

İşçi sınıfına yönelik hak gaspları

1980’lerden bugüne işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlenmeleri sürekli güç kaybetmekte, gerilemektedir. Buna bir de kapitalizmin krizleri eklenince 100 yıldır adım adım kazanılan pek çok hak ortadan kaldırılmaktadır. Bugün artık işten çıkarma, reel ücretlerin gerilemesi, gelir dağılımındaki adaletsizlik, sağlık eğitim gibi temel hizmetlerin paralı hale getirilmesi sıradan durumlar haline gelmiş bulunmaktadır.

AKP Hükümeti tarafından gündeme getirilen kıdem tazminatının fona devredilmesi hususu da bu hak gasplarından birisidir. İşçi sınıfının en önemli kazanımlarından biri olan kıdem tazminatı, kapitalistler için sadece bir maliyet unsurudur. Ve maliyetleri azaltmak isteyen patronlar, kıdem tazminatı sorumluluğunu fona devrederek kurtulmak istemektedirler.

“TİSK, TOBB ve TÜSİAD’ın Esneklik Konusundaki Ortak Görüş ve Önerileri” başlıklı Haziran 2009 tarihli belgede şunlar söyleniyor:

“İşçi alma ve çıkarma maliyetlerinin fazlalığı işverenleri zora sokmakta, esnek çalışma şekillerinin uygulanmasını engellemektedir. Bu itibarla en kısa sürede kıdem tazminatı konusunun gündeme getirilerek, işletmeler üzerindeki yükün hafifletilmesi gerekmektedir.”

Aslında AKP Hükümeti 10 yıldır kıdem tazminatı konusunu gündemde tutuyor, ama uygun ortam bulamadığı, tepkilerden çekindiği için henüz bir yasa çıkartamadı. Ancak hükümet bu yıl medyanın da desteği ile konuyu tekrar gündeme getirdi. “İşçilerin sadece %7’sinin kıdem tazminatı alabildiğini, fon kurulursa herkesin alacağını” söyleyerek yasa tasarısı konusunda halkı yanlış yönde bilgilendirdi. Burada işçilerin yararına uygulama yapmak isteyen bir hükümetin yapması gereken, fon yerine kıdem tazminatını alamayan işçiler için bunların tahsil edileceği devlet güvenceli bir sistem oluşturmasıdır.

AKP yine taşeron işçilerin kıdem tazminatı alamamasını da yeni yasa taslağı için bahane yaptı. Aslında mevcut yasalara göre taşeron işçilerin çalıştığı işyerinde firma değişse bile kıdem hakları kaybolmaz. Ama uygulamada yeni gelen firma, önceki firma işçilerinin kıdemini üstlenmediği için işçilerin kıdem hakları yok edilmektedir. Bu durumda yine işçinin hakkını savunmak isteyen bir hükümetin yapması gereken, bu yasadışı uygulamaya karşı tedbir almak, yani taşeron uygulamasını yasaklamaktır.

Elbette hükümetin amacı işçilerin kıdem tazminatı hakkını güvence altına almak değil, öncelikle işverenlerin kıdem tazminatı yükünü azaltmak, özellikle yabancı sermaye için dikensiz gül bahçesi yaratmak ve sonrasında da kurulacak fonda birikecek parayı kullanmaktır.

Kıdem tazminatı fonu tasarısı

Öncelikle ortada resmi olarak hazırlanmış bir tasarı bulunmamaktadır. Ancak sızdırılan bilgiler ışığında bir tasarının varlığından söz edilmektedir. Hükümetin hazırladığı iddia edilen tasarıya göre işçilerin yıllık brüt ücretinin %8’i (mevcut yasada 30 günlük brüt ücret =%8,33’e tekabül eder) kurulacak bir fonda biriktirilerek tazminat için kaynak oluşturulacak.

Mevcut yasada uygulanan “giydirilmiş brüt ücret”, tasarıda sadece “brüt ücret” olarak tanımlandığından daha başlangıçta en az %20’lik bir kayıp söz konusudur. Tasarıya göre bu %8’in yarısı (%4’ü) işveren tarafından ödenecek, kalan miktarın yarısı (%2’si) devlet desteği olarak verilecek, diğer yarısı (%2) da işsizlik fonundan karşılanacak. Dolayısıyla aslında fonda birikecek paranın yarısı işçinin ve toplumun kaynaklarından karşılanacak, işverenlere herhangi bir yük oluşturmayacaktır.

Fonda biriken paranın alınması için en az 10 yıl (o da belli koşullarda ve ancak yarısını), genel olarak ta 15 yıl beklenmesi gerekecek. İşveren tarafından fona yatırılmayan bedeller için işçinin fondan herhangi bir hak talebi olamayacak. Yatırılmayan bedellerle ilgili olarak işverenle ilgili yasal süreçleri işçinin kendisinin takip etmesi gerekecek.

Tasarıya göre askere gidenler ve evlenip işten ayrılan kadınlar fondan yararlanamayacak. Fonda zaman aşımı olacak, emekliliği takip eden on yıl içinde fonda biriken parasını almayan işçiler haklarını kaybetmiş olacaklar.

Tasarı aynı zamanda yürürlükteki toplu sözleşme düzenini de bozacak bir anlayışa sahiptir. Mevcut yasaya göre kıdem tazminatı hesabında kullanılan 30 günlük giydirilmiş brüt ücret alt sınırdır. Pek çok toplu sözleşmede bu süre daha yükseğe çıkarılabilmektedir. İşyerlerinde asgari ücretle çalışanların daha fazla kıdem tazminatı alabilmesi için sendikalar bu durumu toplu sözleşmelere bu şekilde yansıtırlar. Ve işçilerin tavan ücrete yakın yerlerden kıdem tazminatı almasını sağlarlar. Ama yasa tasarısındaki %8’lik oranın tek hesaplama tarzı olması, bu hususun artık toplu sözleşmelerde yer almasına engel olacak ve düşük ücretle çalışanlara toplu sözleşme aracılığı ile daha yüksek kıdem tazminatı ödenebilmesinin önü kapanacaktır.

Tasarıda fon yönetiminde bir bakanlık, bir işveren, bir de işçi temsilcisi olacağı öngörülüyor. Bu durumda bakanlık temsilcisi de sermayenin temsilcisi olduğuna göre fon yönetimi ve tasarrufu tamamen sermayenin kontrolünde olacak demektir.

Kıdem tazminatı fonu çıkarıldığında işçilerin işten çıkarılmasının önünde hiçbir engel kalmaz. İş güvencesini tamamen ortadan kaldıran bu durum, sendikal örgütlenmeler için de önemli bir engeldir. Mevcut koşullarda bile zor olan sendikalaşma, fiilen imkânsız hale getirilmektedir.

Neler yapılabilir?

Kıdem tazminatına yönelik saldırılara karşı öncelikle işçilerin bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi gerekir. Kıdem tazminatının fona devri konusuna başta Türk-İş olmak üzere sendikalar genel grev dahil her türlü eylemle karşı çıkacaklarını duyurdular. Ancak yoğun medya bombardımanı altında pek çok işçinin çıkacak yasayı olumlu bulma ihtimaline karşılık, sendikaların yaygın bir bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışması yaptığı söylenemez. Genel olarak basın bildirisi yayınlamanın ötesine geçen çalışmalara ihtiyaç vardır. Alınmış grev kararlarının bile uygulanmasında karşılaşılan zorluklar, yarın bir genel grevde fazlasıyla önümüze çıkacaktır.

Fabrikalarda, işyerlerinde, mahallelerde haklarımıza yönelik saldırıları teşhir eden çalışmalar yapılmalı, bölgesel işçi mitingleri, kampanyalar düzenlenmelidir. Bu kavga işçi hakları için verilecek en büyük kavgalardan biri olmalıdır.

Sonuç olarak, burjuvazi kıdem tazminatı yükünden kurtulmak, işçi sınıfının zaten çok cılız olan sendikal örgütlülüklerini daha da geriletmek istiyor. Oluşacak fonları kendi çıkarları için kullanmak istiyor. Yapılması gereken bütün bu gerçekleri işçi sınıfına anlatmak, bu saldırıya karşı işçi sınıfının topyekûn mücadelesini örgütlemektir.