Meltem Oral

1918-1923 arasında Almanya ayaklanmalarla, kitlesel grevlerle, ordunun savaşa karşı isyanıyla kasıp kavruldu. Dönemin en gelişmiş sanayi ülkesi olan Almanya’daki devrimci süreç, Rus devriminin yaşadığı izolasyonun kırılması ve devrimin tüm Avrupa’da yayılması ihtimali açısından önemli bir dönemeçti. Bolşevik liderliği kendi kaderini büyük ölçüde Almanya’daki devrimin kaderine bağlamıştı. Bolşevikler açısından dünya devrimi, yani devrimin ulusal sınırları aşarak yayılması, bir devrimci fanteziden ibaret değildi. Tam tersine, devrimin yaygınlaşması, hele hele Almanya’da zafer kazanması, devrimci Rusya’nın da ekonomik, askeri ve siyasi olarak izole olmasını engelleyebilecek tek faktördü.

Savaş sonrasında Alman işçi sınıfı hızla radikalleşti. Kasım 1918’de monarşi yıkıldı. İşçi ve asker konseyleri kuruldu. Alman burjuvazisini en çok korkutan şey, Rusya’daki devrimin Almanya’da tekrar etmesiydi. Alman egemen sınıfı devrimi bastırma çabasında bu dönemde kritik bir müttefike sahip oldu. İşçilerin ve isyancı askerlerin hızlı politik dönüşümüne rağmen radikal bir toplumsal değişimin önünde Sosyal Demokrat Parti (SPD) ciddi bir engel oldu.

SPD dönemin en kitlesel işçi partisiydi. Reformist liderliğe sahip partinin vekilleri Almanya’nın savaşa girmesine onay vermişti. Ancak işçilerin çoğunluğu hâlâ SPD’ye güveniyordu. SPD liderliği ise egemen sınıfla uzlaşma peşindeydi. Almanya burjuvazisi, isyanı bitirmesi karşılığında iktidarı partiye vermeyi teklif etmişti. Parti başkanı Ebert hükümet başkanlığına getirildi ve ilk icraatı devrim sürecine önderlik eden Berlin işçilerine karşı bir saldırı planlamak oldu.

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht, sosyal demokrasinin bu tarihsel ihanetinin kurbanları oldular. Onların önderliğindeki Spartakist Birlik acımasızca bastırıldı. Ancak bu yenilgi Alman devrimci sürecinin sonu değildi. 1923 yılına kadar yeni kurulmuş olan Komünist Parti’nin öncülüğünde işçi sınıfı hareketi hakim sınıf açısından ciddi bir tehlike oluşturdu. Ancak sosyal demokratların engelleyici rolü ve daha da önemlisi Alman komünist hareketinin reformizmden ayrı ve ona karşı bir siyasal merkezi inşa etmekte gecikmesi, sosyalizm seçeneğinin cılız kalmasına neden oldu.

Alman devriminin yenilgiye uğraması ve Alman işçi sınıfı hareketinin 1923’ten sonra gerilemesi Sovyet Rusya açısından tayin edici bir gelişmeydi. Dünya devriminin geri çekilmesi, devrimin Rusya’da tecrit olması anlamına geliyordu. İç savaşın yıkımını yaşamış Rusya’nın tecriti, bürokrasinin giderek yeni bir hakim sınıf olarak şekilleneceği sürecin en önemli nedenlerindendi.

Alman devriminin yenilgisi, Avrupa işçi sınıfı açısından da kritik gelişmelere neden oldu. SPD, devrimin önünü almak için eski subayların önderlik ettiği ve yakın gelecekteki faşist örgütlenmenin temeli olacak silahlı çetelere (freikorps) yaslandı. Bu çeteler Yahudi karşıtı, aşırı milliyetçi görüşleri yaygınlaştırmak ve işçi hareketini sokakta bastırmakta bir örnek teşkil ettiler. İşte Nazizm devrimin yenilgisinin yarattığı koşullarda örgütlü bir güç olarak doğdu ve gelişti. Almanya deneyimi, devrimin yenilişini ve bedelini kavramak, Nazizmin yükselişini anlayabilmek için oldukça önemli. Chris Harman “eğer o insanların devrimci mücadelesi zafere erişmiş olsaydı, bugünkü dünya çok daha yaşanmaya değer bir dünya olurdu” derken şüphesiz haklı.