Begüm Zorlu

Latin Amerika, hem başkaldırının hem de yenilginin kıtasıdır; ama umudunu hiç bir zaman kaybetmez ve her zaman direnir. Bölgenin tarihi, kapitalizmin doğuşundan beri eşitsizlik ve sömürüyle şekillenmiştir. Birleşik Devletlerin ‘arka bahçesi’ olan bölgede, bu eşitsizliğe karşı çıkan her lider ve hareket vahşice bastırılmıştır. Birleşik Devletler destekli darbeler Şili’de, Guatamala’da, El Salvador’da ezilen halkların seçtiği demokratik liderleri ve destekçilerini katletmiştir. Her katliam ekonomik reformla taçlandırılmış ve 1980’lerde neoliberalizmin yaygınlaşmasıyla Latin Amerika’yı kapitalist bataklığa sürüklemiştir. Ekonomik çıkarın insan onurunu örtbas etmeye çalıştığı topraklarda, sadece Kolombiya değil, bütün bölge uzun süreli iç savaşlara sahne olmuştur.

19. yüzyılda bağımsızlığını elde eden ülkeler, Bolivarcı bir hayalle, birleşmekten uzakta, kendi ulus devletleri içinde, popülist, muhafazakar liderler tarafından yönetildiler. Durum Kolombiya için de böyleydi. 19. yüzyılda büyük Amerikan şirketlerinin egemenliği altında kaldılar. Devleti bu şirketlerin yöneticileri biçimlendiriyor, en küçük sosyal harekete ordunun şiddetiyle cevap veriliyor ve politik alternatifi engelleniyordu. Direnişin kıvılcımını da bu baskı yaktı. Kolombiya’da örgütlü ayaklanma, 1948’de, muhafazakar elite meydan okuyan siyasetçi Jorge Eliecer Gaitan suikasti ile başladı. Büyük halk ayaklanması bir iç savaşa dönüştü. Birleşik Devletler destekli muhafazakar hükümet orduyla işbirliği yapıp solculara ve köylülere acımasızca saldırdı. Köylüler kendi milis birliklerini oluşturmaya başlayarak örgütlendiler. “La Violencia” (Şiddet) olarak anılan bu süreçte hem Küba Devriminden hem de Zapata’dan etkilenen grupların mücadelesinin ana eksenini toprak reformu oluşturdu. Kurulan öz-savunma birliklerinde, milislerde örgütlenenler 1964’te Marksist ve Leninist örgütlenme FARC’ı kurdu. Ayrıca 1967’de ise Maocu Halk Kurtuluş Ordusu (EPL) ve 1970’te de bir şehir gerillası grubu olan M-19 kuruldu.

Şiddet çağını sona erdiren darbeden sonra Kolombiya muhafazakar hükümetlerce yönetilmeye devam etti. En belirgin politikası Birleşik Devletler ile ilişkilerini sıkı tutmak olan bu hükümetler, hem kendi ordusuyla hem de paramiliterleriyle solculara ve köylülere karşı siyasal soykırıma, kitlesel saldırılara ve kara propagandaya imza attılar. 1980’lerdeki barış süreçlerinin ardından FARC ve M-19 (şehir gerillası) kendi sivil kanatlarını oluşturmaya yoğunlaşmıştı. Hükümet ise, barış anlaşmasına rağmen FARC’ın desteklediği Yurtsever Cephenin (UP) beş bine yakın üyesini öldürmüş ve bir çoğunu hapse yollamıştı. Bunların içinde Yurtsever Cephenin iki devlet başkanı adayı ve aynı cephenin üyesi dokuz milletvekili de vardı.

Bugüne kadar imzalanan bütün barış anlaşmaları fiili olarak sona erdi. Aynı zamanda devlet, güçlü toprak sahiplerinin liderliğindeki paramiliterleri, yerliler ve köylülere karşı örgütlemiş, onları silahlandırmıştı. Anti-komünist propagandayla eğitilmiş, sağcı Birleşik Öz Savunma Güçleri adlı paramiliter örgütler toplu katliamlarda devlet kadar önemli rol üstlenmişti. Bir milyonu aşkın köylü onların şiddetinden kaçmak için komşu ülkelere geçti. Paramiliterlerin katliamları bugün barış inisiyatifleri tarafından soykırım olarak adlandırılıyor.

Şimdiki süreç bu tarihsel arka plandan dolayı çok kırılgan. Fakat on yıldan beri barışın uğramadığı topraklarda bu günlerde değişim için önemli adımlar atılıyor. 2012’den beri Havana’da gerçekleşen konuşmalarda, Kolombiya devleti FARC ile barış sürecini yürütüyor. Toprağın yeniden dağıtımı konusunda uzlaşma sağlandı. Paramiliterlerin suçları devlet tarafından kabul edildi ve yüzleşme komisyonlarının inşası başladı. Devlet FARC’a siyasete katılma garantisi veriyor. Nisan ayında, başkentte sol örgütlerin düzenlediği kitlesel bir barış yürüyüşü gerçekleşti ve devlet başkanı eylemcilerle yürüyüşe katıldı. Yakın zamanda Devlet Başkanı Santos, ülkenin ikinci büyük gerilla grubu ELN’in silah bırakan 30 üyesiyle görüştü. Bu ilişkilerin normalleşmesinde çok önemli bir adımdı. Çünkü Santos gerillaları de facto tanımış oldu. 1987’den beri başarısız olan sivil siyaset yasağının kalkması ve önceden ele alınmayan toprak reformu anlaşması sürecin gerçekleşebileceği umudunu sağlıyor. FARC’ın bu süreçte talepleri kesin.

FARC’ın ana talepleri:

  1. Tüm tutsakların serbest bırakılması
  2. Toprak reformu
  3. Ücretsiz sağlık ve eğitim
  4. Gerçekleri araştırma komisyonu kurulması
  5. Gerilla güçlerinin silahsızlandırılması, yerine halkı savunma güçlerinin getirilmesi
  6. Tüm toplumsal kesimlerin katılımıyla temel hak ve özgürlükleri garanti altına alan yeni bir anayasanın oluşturulması.

Kolombiya’da barışın nasıl sağlanılacağına dair atılan adımlar bize Türkiye’deki barış süreci hakkında fikir verebilir. Asimetrik güç dengesinin olduğu bu görüşmelerde “büyük güç” olan devletin gerillaların taleplerini kabul etmesi mücadelenin en büyük kazanımlarından biridir. Son görüşmelerde devlet başkanını gerillalarla aynı masaya oturmuştur. Bu görüşmenin içinde tanıma yatar. Bu devletin çıkmazda olduğunun kabulüdür. Bu devletin önceki politikalarının iflasıdır.

FARC lideri Manuel Marulanda barış için: “Bizim istediğimiz ve uğruna bu kadar yıl savaştığımız barış, bu ülkedeki devasa eşitsizlikleri ortadan kaldıracak barıştır” demişti. Neoliberal hegemonyanın baskın bir biçimde var olduğu Kolombiya’da değişimi mümkün kılan, hükümetlere karşı ayaklanmanın mimarının aşağıdan bir hareket olmasıdır. Son sürecin başarısının altında antikapitalist mücadele yatmaktadır. Ücretsiz eğitim ve sağlık için sokaklarda olan yüzbinlerce Kolombiyalı barış için de sokağa çıkmaya başlamıştır.

Türkiye devleti Kürt hareketinin aşağıdan mücadelesinin kazanımlarını örtbas etmeye çalışsa da içinde bulunduğumuz bu süreç Kürt hareketinin başarısıdır. Kürtler, kendi hakları için ayaklanmış ve devleti kendisiyle aynı masaya oturmaya mahkum etmiştir. Bu sürecin sonunda yeni bir anayasa şarttır.

Barış için söylenecek çok şey var. Bunların başında anadilde eğitim ve statü geliyor. Devlet, Kürtlere, hakları olan taleplerini bir lütuf gibi sunuyor. Kolombiya örneğinden alabileceğimiz en büyük ders barış için aşağıdan hareketin örgütlenmesinin gerekliliğidir. Türkiye’de Gezi’nin en belirgin özelliği kamusal alanın keyfi müdahalesine karşı antikapitalist bir hareket olmasıydı. Birçok farklı görüş tarafından sahiplenilmeye çalışılsa da Gezi sürecinde Lice için, Rojava için Batı›da binler sokaklara döküldü. Gezi, devlet şiddetinin Batı›daki en görünür şekliydi ve binlerce kişi bu şiddete karşı Kürdistan ile dayanışmak için yürüdü. Kalıcı bir süreç için, bu kitleselliğin barış için de sağlanması gerekiyor. Barış bir hükümetin ya da devletin değil bir mücadelenin kazanımı olacaktır. Bu yüzden sadece Kürdistan’da değil bütün Türkiye’de kitlesel bir barış kampanyası inşa etmek, her alanda bizi kapana kıstırmaya çalışan bu devlete karşı mücadelenin ana eksenlerinden biri olmalıdır.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası