Roni Margulies

Amerika’da Harvard Üniversitesi’nde bir konuşma yaparken, Abdullah Gül’e bir dinleyici soru sormuş. “Türkiye’de devlet bu kadar insan öldürürken, Cumhurbaşkanı olarak siz nasıl geceleri rahat uyuyabiliyorsunuz?” mealinde bir soru.

Amerika hakkında olumlu laf söylemek pek kolay değil, ama şu kadarını söyleyebiliriz: Herkes herkese her istediğini sorabilir ve yasaların bu konuda belirttiği hiçbir şey yoktur. Ve Amerikalılar bununla çok övünür, ‘özgür dünya’nın lideri filan olduklarını zannederler.

Soruya cevaben Abdullah Gül ne demiş?

“Kimse sana böyle soru sorma hakkı vermez kolay kolay”.

Bir Amerikalıya sessizce arkasından yaklaşıp aniden sert bir tekme atsak ancak bu kadar şaşırabilir!

Amerikalıların Türkiye hakkında ne düşündüğü umurumda bile değil. Ama Gül’ün umurundadır herhalde. Benim ilgimi çeken, verdiği cevabın şu anlama geldiğini çakamayacak kadar cahil olması: “Benim memleketimde böyle soru sorma hakkı yoktur. Soru sorulacaksa, o hakkı biz veririz. Bizden izin almadan soru soranların da hakkından geliriz.”

Acaba gezisine çıkmadan önce Dışişleri Bakanlığı danışmanları Gül’e şu talimatı mı verdi:

“Aman dikkat et, sen sen ol, Amerika’ya gittiğinde Türkiye’de kimsenin kolay kolay soru sorma hakkı olmadığını anlat, bizim öyle demokratik memokratik filan olmadığımızı anlasınlar, bir yanlış olmasın sonra”.

Sanmam. Vermemişlerdir.

Öfke ve şiddet

Sorun danışmanların talimatlarında değil, AK Parti’nin “yumuşak” yüzü olan Gül’ün bile gerçek bir muhafazakâr olmasında. Verdiği cevap kendisinin ve AK Parti’nin gerçek anlayışını yansıtıyor.

Tayyip Erdoğan’dan en küçük ilçe başkanına kadar, bu partinin dünya görüşü, toplum anlayışı ve siyasetleri, bu cevapta ifadesini buluyor. İtaatkâr, sessiz, herkesin yerini ve haddini bildiği, herkesin devlete ve devlet büyüklerine saygı gösterip önünü iliklediği bir toplum özlüyorlar. Kadınlarla gençlerin ses çıkarmadığı, kadının sadece mutfakta, gençlerin sadece okulda olduğu, ailenin ve aile büyüklerinin kutsandığı bir toplum özlüyorlar.

Bu özlem İslam’dan, Müslüman olmaktan, Kayserililikten kaynaklanmıyor. Amerika’da da, Fransa veya Almanya’da da, muhafazakârlar aynı özlemi paylaşır çünkü.

Her yerde tüm egemenler ve egemenlerin tüm temsilcileri aynı özlemi paylaşır.

Ve özlemleri gerçekleşmediğinde öfkelenirler. Hep öfkelenirler, gerçekleşemez çünkü bu özlem. Dünyada hiçbir toplum, Türkiye de dahil olmak üzere, kafalarındaki topluma denk düşmez çünkü.

Değerli Başbakan’ımızın cinnet geçirme hallerinin de, Gül’ün Amerika’da verdiği cevabın da nedeni bu öfkedir.

Öfkelendikleri zaman ellerindeki sopaları kullanırlar, yasaları, mahkemeleri, polisi, jandarmayı, askeri kullanırlar. Çok öfkelendiklerinde çok kullanırlar bunları, bizde olduğu gibi. Az öfkelendiklerinde az kullanırlar.

Soru soranlar

Bu öfkeyi mazur görenler olabilir, anlayışla karşılayanlar olabilir. Alternatifini düşünüp beğenmediği için bu öfke ve şiddeti hoşgörenler olabilir. Türkiye’de var.

Ama Türkiye’de egemenlerin öfke ve şiddetiyle, kafalarındaki toplumu ille de dayatma çabalarıyla nasıl baş edebileceğimizin örneği de var.

Kürt halkının, kitleselliğiyle, egemenlerin tüm hayallerini boşa çıkarması var.

Hrant’ın ardından “Hepimiz Ermeniyiz” diyerek sokaklara dökülen kitleler var.

Gezi’de iki hafta devlete nanik yapan özgürlükçü gençler var.

Soma’da öldürülen arkadaşları için greve çıkan madenciler var.

Kim kazanır sizce? Soru sorulup sorulamayacağına karar vereceklerini zannedenler mi?

Soru soranlar mı?