Volkan Akyıldırım
Milliyetçiler kendi milletlerinin binlerce yıla uzanan "şanlı" tarihinden bahseder. Oysa milletler ve milliyetçilik çok yakın bir dönemin ürünüdür; 18. yüzyılda ortaya çıkmış, 19. yüzyılda tüm dünyaya yayılmıştır. Bu dönem, dünya çapında kapitalizmin hakim olduğu süreçtir. Milliyetçilik fikrinin dünyaya yayılması 1789'da Fransa'da burjuvazinin iktidara gelişiyle başladı.

Milliyetçiye göre millet, doğal bir olgudur. Ortak bir tarihsel geçmişe sahip ve bundan kaynaklanan dil, inanç, gelenek, davranış gibi ortak özelliklere sahip insan toplulukları milleti oluşturur. Milliyetçi ideolojiye göre Türk ya da Fransız olmak doğal bir olgudur. Doğuştan gelir. Dünya sistemi güçlü ve zayıf milletler arasındaki mücadele ile doğal hiyerarşinin ürünüdür.

Marx ve milliyetçilik
Karl Marx ve Friedrich Engels ise kapitalist üretim tarzının ve yarattığı burjuva toplumun eleştirisi üzerinden milliyetçiliği sorguladı. Marx ve Engels’e göre ortak dil, gelenek, coğrafi ve tarihsel türdeşlik milletler ve milliyetçilik için yeterli değildi. Belirli bir ekonomik ve toplumsal gelişmişlik düzeyinin ürünü olabilirdiler.
Bu gelişme yeni sınıf burjuvazinin ekonomik düzenidir. Ayrı ayrı kapitalistlerin üretimi bir dünya pazarını oluşturdu. Kapitalist toplumun temel güdüsü olan sermaye birikimi ancak rekabetle varolabilirdi. Burjuvazi gümrük duvarıyla çevrilmiş bir iç pazara ve rakiplerini geride bırakacak daha avantajlı koşullara ihtiyaç duydu. Ulus-devlet bu rekabetin ürünüydü.
Milliyetçilik Marx’a göre burjuva bir fikirdir. Kapitalistle işçiyi aynı ulusun üyesi olarak göstererek kapitalist toplumdaki sınıf ayrılıklarının ve çatışmasının üzerini örter:
“İşçinin milliyeti Fransız, İngiliz ya da Alman değil, emek, bedava kölelik, kendi kendini satmaktır. Onu yöneten hükümet Fransız, İngiliz ya da Alman hükümetleri değil, sermayedir. Doğduğu yerin havası Fransız, İngiliz ya da Alman havası değil, fabrika havasıdır. Ona ait olan topraksa Fransız, İngiliz ya da Alman toprağı değil, yerin birkaç karış altıdır.” (Marx)
Marx kapitalizmin gelişmesinin milletlerin ve milliyetçiliğin maddi temellerini yok edeceğini düşündü:
“Ulusal ayrılıklar ve haklar arasındaki düşmanlıklar, burjuvazinin gelişmesinden, ticaret özgürlüğünden, dünya pazarından, üretim tarzındaki ve ona tekabül eden hayat şartlarındaki tek biçimlilikten ötürü, günden güne ve git gide daha çok kaybolmaktadır.” (Komünist Manifesto)
Marks ve Engels'e göre uluslararası işçi sınıfının çıkarı, milletlere bölünmüş dünya sisteminin son bulması, milliyetçi fikirlerin altındaki nesnel temelin alınması ve tüm emekçilerin birliğiydi. Sosyalistler bu yüzden Komünist Manifesto yazıldığından bu yana milliyetçiliğin amansız düşmanı oldular.

Kanlı boğazlaşmalar

Marx ve Engels'in milliyetçiliği bir burjuva fikir olarak mahkûm eden görüşü 1914'e kadar sosyalist hareketin ortak görüşü oldu. Ancak 1. Dünya Savaşı sosyalistleri böldü. Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin meclis grubunun çoğunluğu savaş kredilerine oy verdi. O güne dek "markszimin papası" olarak anılan Karl Kautsky'ye göre Alman işçi sınıfı bu savaşta kendi egemen sınıfını desteklemeliydi. Dünyada sosyalist örgütlenmelerin çoğunluğu bu fikre onay verdi ve savaşta ülkelerinin galip gelmesinden yana oldu.
Almanya'da savaş kredilerine oy vermeyen tek sosyalist milletvekili Karl Liebknecht'ti. O ve yoldaşı Rosa Luksemburg hemen sokağa çıktı ve işçileri savaşa karşı çıkmaya çağırdı. Rus devrimcisi Lenin de aynı görüşteydi. O güne dek kendisinin de marksist olarak gördüğü sosyal-demokrasi bütünüyle milliyetçiliğin etkisi altına girmişti. Lenin, sosyal demokrasinin milliyetçiliğini "sosyal şovenizm" olarak adlandırdı. Tüm dünya sosyalistlerini milliyetçiliğe karşı mücadeleye, savaşa karşı çıkmaya ve sosyal demokrasiden kopup yeni devrimci örgütler kurmaya çağırdı. Lenin'e göre yurtseverlik "alçaklık"tı. Patronlar işçilerle aynı çıkarlara sahip olamazdı. Rus işçilerinin dostu Rus patronlar değil, Fransız, İngiliz ya da Alman işçilerdi. Milliyetçilik işçi sınıfını bölüyordu.
Birinci Dünya Savaşı, milliyetçiliğin ilk kanlı ürünüydü. Dünyanın yeniden paylaşılması için savaşan egemen sınıflar cepheye işçileri ve emekçileri sürmüştü. Savaşta 11 milyondan fazla insan öldüğü tespit edildi, tam rakam hâlâ bilinmiyor
Savaşın ilk yıllarında başka uluslara göre kendini daha üstün gören şovenist histeri ve milliyetçilik etkili oldu. Ancak takvim 1916'yı gösterdiğinde işçi sınıfı nasıl bir barbarlığa sürüklendiğinin farkına varmıştı. Cepheden ölüm haberleri gelirken, tüm kaynaklar savaşa harcandığı için milyonlar açlık ve sefalet içerisinde yaşarken, milliyetçi nutuklar duyulmaz oldu. Savaşın başında azınlık olan devrimciler şimdi bütün işçilere seslenebiliyordu. Rusya'da savaşı devrim bitirdi. İşçiler 1917 Şubat'ında "ekmek-barış-özgürlük" sloganıyla kendiliğinden ayaklandı. Çarlık devrildi. 1917'nin Ekim ayında bu kez sosyalist devrim gerçekleşti. Bir yıl sonra savaş devrimciler tarafından sonlandırılırken Ekim Devrimi 19. yüzyılın milliyetçi siyasetine karşı açık bir meydan okuma olarak görüldü. 1917'den 1936'ya dek dünyada birçok devrimler, ayaklanmalar, genel grevler yaşandı. Kapitalizm işçileri ayrı ayrı ulusal sınırlara bölerken, sosyalizm bir dünya devrimini başlatmıştı.
1930'a gelindiğinde Rusya'da Ekim Devrimi'nin tüm kazanımları geri alınmıştı. Stalin, 4 yıl önce "tek ülkede sosyalizm" teorisini uydurmuştu. Bu teoriye göre sosyalizm, hatta sınıfsız toplum, bir ülkede inşa edilebilirdi. Tek bir ülkede bu mümkünse dünya işçilerinin mücadele birliği yani enternasyonalizm gerekli değildi. Sosyalizme milliyetçilik virüsü Stalinizm tarafından ikinci kez enjekte edildi. Rus milliyetçiliği hortladı. Çünkü 1. Birinci Dünya Savaşı, dünyanın yeniden paylaşılması sorununu çözememişti. Ulus devletler hızla ekonomilerini askerîleştiriyor ve 2. Dünya Savaşı'na hazırlanıyordu. 1924'te İtalya'da Mussolini liderliğindeki faşist diktatörlüğün kuruluşunu, 1933'te Almanya'da Nazilerin iktidara gelmesi izlemişti. Faşizm geniş kitleleri birleştirebilmek için milliyetçiliği silah olarak kullanırken 1930'larda bütün ülkelerde şovenizm rüzgârı esiyordu.
Milliyetçiliğin ikinci büyük kanlı boğazlaşmasının faturası ağır oldu. 5,5 milyonu Almanya'da gaz odalarında öldürülenler olmak üzere 72 milyon insan 2. Dünya Savaşı'nda yaşamını yitirdi.

Milletler doğal mı?

Faşizmin ve emperyalist dünya savaşlarının tarihi milliyetçiliğin ne denli tehlikeli ve tahripkâr olabildiğini gösterdi. Tek tek ulus-devletlerin tarihine bakıldığında benzer katliam ve barbarlıklar görülebilir. Ulus-devletlerin tarihi o topraklarda yaşayanlara zorla homojen bir milli kimliğin dayatılmasının da tarihidir. 1923'ten itibaren bu coğrafyada gerçekleşen ve Ermenilerin, Rumların, Kürtlerin, Alevilerin katledilmesiyle ilerleyen milli kimliğin yaratılması süreci tipik bir örnektir. Türk milliyetçiliği diğer milliyetçilikler gibi kendini doğal olarak sunmuş ve köken olarak Orta Asya'dan göçü göstermiştir. Her ulusun böylesi efsaneleri vardır. Sınıf çelişkileri törpülenir. Millet ve milliyetçilik bunun için "icat edilmiştir".
İngiliz Marksist tarihçi Eric Hobsbawm'a göre milliyetçilik modern bir olgudur. Feodal üretim tarzından kapitalist üretime geçişin bir sonucudur. Hobsbawm, millet ve milliyetçiliği ‘icat edilmiş gelenekler’ olarak tanımlar. Sembolik ya da törensel bir nitelik taşıyan, kuralları olan bir dizi alışkanlık sürekli tekrarlanıyordu. Geçmişle gelecek arasında bir köprü oluşturuyordu. Milli bilinç de bu ‘icat edilmiş gelenekler’in başında geliyordu. Bu, eski alışkanlıkların yeni toplumsal düzene uyum sağlaması değildi sadece. Hızlı sanayileşmenin yol açtığı bölünmeler, çözülmeler ve uzlaşmazlıkları çözmek, sermayenin her gün yeniden üretimini sürdürerek sistemin devamını sağlamak için toplumsal bütünlüğün yaratılması gerekiyordu. Hobsbawm 1870-1914 yılları arasındaki dönemde Amerika ve Avrupa’da birçok milletin yaratıldığına işaret etti. Emekçi sınıflardan gelen hareketin önüne eski ritüeller, doğal olarak sunulan fakat icat edilmiş olan millet ve milliyetçilik konuluyordu. Milliyetçilik ideolojisi seçkinler tarafından üretiliyor ve ulus-devletler tarafından pompalanı- yordu.
Hobsbawm'ı izleyen Benedict Anderson ise milletin ‘hayal edilmiş bir topluluk’ olduğunu söyler. Milletin üyeleri diğer üyelerini tanımaz, her birey kafasında ayrı ayrı bu aidiyeti canlandırır. Tarih estetize edilirken, kapitalist toplumun derin sefaleti ile yabancılaşmanın üzeri millete dayalı bir kardeşlikle kapatılır.
Sosyalistler milliyetçiliğe sonuna kadar karşıdır. Vatanseverlik, ulusalcılık, yurtseverlik gibi farklı adların arkasına saklanan milliyetçiliğe karşı mücadele ederler. Dünyayı ulusların değil, sınıfların mücadelesiyle açıklarlar. Ulus-devletleri yaratan, ulusal sınırları çizen kapitalist sınıftır. Kapitalistler dünya işçi sınıfını sunî olarak böler. İçerde "aynı geminin yolcusuyuz" diyerek uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin üzeri örtülürken, milliyetçilik dışarda savaş ve yayılmacılık şeklini alır. Sosyalistler bu yüzden işçi sınıfı içerisinde milliyetçi fikirlere karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütür ve dünya işçilerinin birliği için savaşır. Ulus-devletleri ortadan kaldıracak bir dünya devrimini savunurlar.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası