Başbakan Tayyip Erdoğan’a göre kriz bitti. Zaten Türkiye ekonomisi krize bağışıktı. Eh bittiğine göre de problem yok! Sadece Türkiye ekonomisinin daralması ve işsizliğin çığ gibi büyümesi değil, hükümetin anlaşmaya zorlandığı IMF’de tam tersini söylüyor. Alex Callinicos, “kriz bitti” iddialarına yanıt veriyor.

Ekonomik düzelmenin göstergesi "yeşil tomurcuklar"ın her yerde filizlendiği fikri bazı ekonomi uzmanları arasında yaygın kabul görmeye başladı. Bunun göstergesi olarak, borsaların ciddice bir şekilde yükseliyor olmasını öne sürüyorlar.

Örneğin, ABD Standard & Poor's 500 endeksi Mart'tan beri üçte bir oranında yükseldi.
Bunun etkileyici olduğunu düşünenler, Ağustos 2007'de ekonomik krizin patlamasını izleyen aylarda borsada yaşanan yükselişi unutuyorlar. Bu yükselişten sonra, yüksek maaşlı bazı aptallar gerçekte bir sorun olmadığını iddia etmişlerdi.
IMF, son yayınladığı Dünya Ekonomik Görünümü raporunda tahminlerini aşağı çekti. Rapora göre, küresel üretim 1945'ten beri ilk kez azalarak yüzde 1,3 oranında düşecek.
Dünya ekonomisinin üretim ve ihracat dinamolarından biri olan Japonya, Mart ayında yılda 5 milyar dolarlık bir dış ticaret açığına sahip olduğunu açıkladı. 1980'den beri ilk kez yaşanan bu durum, uluslararası ticaretin ne kadar şiddetli bir şekilde düştüğünü gösteriyor.
Başka bir büyük ekonomik güç olan Almanya'da hükümet, bu yıl ekonominin  yüzde 6 küçüleceğini öngörüyor. Rakamları açıklayan Alman ekonomi bakanı 2009 ve 2010 yıllarında toplam 1,5 milyon kişinin işsiz kalacağını söyledi.
Neyse ki; bu düşüş sonsuza kadar sürmeyecek. Serbest pazar ekonomistleri, üretimin artmasına neden olacak kendi kendini düzelten mekanizmaların varlığı konusunda tamamen haksız değil.
Bu mekanizmalardan biri firmaların elinde bulunan hazır mal stoklarıyla ilgili. Talep resesyon döneminde düşünce, şirketler ürünlerini satamaz ve bu yüzden yüksek stok maliyetlerinin altında ezilirler.
Mekanizmalar
Firmalar; üretimi bu stokları satana kadar durdurur. Bu ürünlerin satılmasının ardından üretim yeniden artar ve arzedilen mallar müşterilerin yarattığı talep ile buluşur.
Ancak buna benzer mekanizmalar - özellikle yaşamakta olduğumuz gibi şiddetli resesyonlarda - güçlü bir ekomonik büyüme yaratmaya yetmez. Bu nedenle hükümetler, talebin düşmesini engellemek umuduyla piyasayı uyarmak için mali paketler hazırlar, , vergileri keser, borçlanma ve harcamaları çoğaltır.
Ancak bunlar da düzelmeyi sağlamak için yeterli değildir. Bunun nedeni, kısmen, kapitalist sınıfın mali uyarım paketleri uygulayıp uygulamama konusunda bölünmüş olmasıdır.
Uluslararası düzeyde Alman hükümetinin başını çektiği güçlü bir grup hükümet, daha fazla borçlanmanın iç borçların yığılmasına neden olacağını, bunun da ekonominin üstündeki yükü arttıracağını savunuyor.
Bu grubun yaklaşımı İngiltere'de yükselişte. Muhafazakâr Parti lideri David Cameron yeni bir "tasarruf çağı"nın geldiğini öne sürüyor ve kamu harcamalarının kesilmesini istiyor.
Bu bölünmenin yanı sıra, IMF, "Kriz sona erdikten sonra bile, zor bir geçiş dönemi olacak, üretim artışının geçmiş yıllara kıyasla düşük düzeylerde kalacak" diyor.
IMF'nin Dünya Ekonomik Görünümü raporundan bir bölüm resesyonlar ve bunların ardından gelen canlanma konusuna ayrılmış.
Bu rapordan iki bulgu özellikle endişe verici. İlki, "Finansal krizlere bağlı resesyonlar diğer şoklara bağlı resesyonlardan daha şiddetli ve uzun sürelidir. Bu tür resesyonlardan çıkış evresi, düşük iç talep ve sıkı kredi koşullarına bağlı olarak tipik olarak daha yavaş olmuştur".
İkincisi, "Birçok ülkede eşzamanlı meydana gelen resesyonlar, bir bölgede yaşananlara göre daha uzun sürer ve daha derin etkiler bırakır. Bu resesyonların düzelmesi tipik olarak daha zordur", çünkü bütün dünya ekonomisinin bunalımda olduğu bir ortamda ihracatı arttırarak krizden çıkmak çok daha zordur.
IMF raporu şu sonuca varıyor: "Düşüş muhtemelen alışılmadık derecede şiddetli olacak ve iyileşmenin yavaş olması bekleniyor". Başka bir deyişle, dünya ekonomisi, düşüş sona erse dahi, muhtemelen düşük büyümenin hakim olacağı uzun bir döneme hapsolacak.
İnsanların bu duruma, 1930'lardaki "Büyük Bunalım" gibi, "Büyük Durgunluk" demesine şaşmamak gerek. 

 

1930’larda dünyada ne olmuştu?

l 1929 yılında Amerikan ekonomisinin %50'si 200 dev holdingin elindeydi. Birinin bile batması diğerlerinin batması demekti. İşbaşındaki Hoover yönetimi "her şeyi piyasa çözsün" diyor ve devlet müdahalesini reddiyordud.
l 1928 yılının 1929 Ekim'ine kadar yükselen ve kazandıran New York borsasının ilerlemesi durdu. Önce birkaç holdingin hisse senetleri düşmeye başladı. 21 Ekim'de yabancı yatırımcıların kâğıtlarını ellerinden çıkarmalarıyla düşüş hızlandı."Kara Perşembe" olarak anılan 24 Ekim günü borsa dibe vurdu. 1929 yılının fiyatlarıyla 4.2 milyar dolar yok oldu.
l 29 Ekim 1929 gününün fiyatlarına bakıldığında bir yıl öncesinin karının sıfırlandığı görüldü. 4.000 banka battı, binlerce kişinin mal varlığı yok oldu.
l 1930’a gelindiğinde dünyada 50 milyon kişi işini kaybetmişti. Toplam üretim yüzde 42 oranında azaldı. Dünya ticareti yüzde 65 oranında küçüldü. Daha önceki krizlerde dünya ticareti en fazla yüzde 7 oranında küçülmüştü. Çöküş başta Avrupa olmak üzere tüm dünyaya yayıldı.
l Yeni ABD Başkanı Roosvelt, ekonomiyi devlet müdahalesiyle yönetecek New Deal politikalarını başlattı. Rusya'da  devlet kapitalisti rejim,  1. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nı başlattı. 1993'te Almanya'da Naziler iktidara geldi. Kapitalistlerin krizi devlet müdahalesiyle aşma politikaları tüm dünyada diktatörlüklerin yayılmasına yol açtı. 1. Dünya Savaşı sorunu çözmemişti. Şimdi tüm devletler hızla silahlanarak ikincisine hazırlanıyordu. 1 Eylül 1939'da Hitler'in orduları Polonya'ya saldırdı ve 2. Dünya Savaşı başladı. Krize karşı işçi sınıfının çözümü yaratılamadığı için dünyaya karanlık çoktan çökmüştü.