Av. Eren Keskin
Türkiye’de resmi ideoloji ya da bilinen ismiyle Kemalizm iflas etmiştir. Kemalizm’in toplumsal sorunlara yönelik “çözümsüzlük politikaları” yenilgiye uğramıştır. Bu nedenle de Kemalizm’in yeni “ilah” ve “ilahelere” ihtiyacı vardır. İşte Türkan Saylan’ın cenazesinde yaşananlar, O’na yaşamının büyük bir bölümünde gösterilmeyen ilginin birden bir patlama noktasına gelmesi bana bunu düşündürdü. Evet, Türkan Saylan artık Kemalizm’in yeni “ilahe”sidir.
Saylan’ın dünya görüşü ile dünya görüşlerimiz çok farklı. Ancak, kendisinin inandığı düşünceler doğrultusunda ilkeli ve kararlı bir insan olduğuna inanıyorum. O ve kurmuş olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD)’nin İttihattı Terakki den bu yana kalan “Türkleştirme” politikasının kararlı savunucularıydılar.
2005 yılında Vatan gazetesinde yaptığım bir söyleşide “Baba beni okula gönder” gibi kampanyaların, aslında “sömürgeci” kampanyalar olduklarını belirtmiştim. Hala aynı düşüncedeyim.
Cumhuriyet öncesinden bu yana bir Türkleştirme politikası çerçevesinde Kürt çocukları ve gençleri, resmi ideoloji ve buna bağlı olarak resmi tarihin yalanları ile adeta fikirsel bir bombardımana tabi tutulmaktadırlar.
Yatılı bölge okulları veya Kürt kızlarının alınıp birebir bir “cumhuriyet vatandaşı” olarak yetiştirilmelerini amaçlayan sözkonusu kampanyalar, hep aynı amaca hizmet etmektedir.
Oysa gerçek demokrat ve entelektüel tavır, okuma bilmeyen herkesin okuma öğrenmesi için bir çalışma yapmalarının yanında, her etnik kimlikten gelen bireyin kendi anadilinde ve kültüründe eğitim hakkını savunmaktır.
Kürt çocukları, kendi anadilleriyle ve kendi kültürlerini öğrenerek eğitim almadıkça özgürleşemezler.
Türkan Saylan’ın ölümünün ardından pek çok insan konuştu. Bunlardan biri de Prof Necla Arat’tı. Bir televizyon kanalında düşünce özgürlüğünden sözediyordu. Bir an düşündüm. Benim için Necla Arat ve düşünce özgürlüğü kavramı çok zıt iki anlam ifade ediyor.
2002 yılıydı. Almanya’da “kadın hakkı insan hakkı mıdır?” başlıklı bir konferansa katılmıştım. Konuşmacılardan biri de Necla Arat’tı. O konuşmasını yaptı, bir süre sonra ben konuştum. Konuşmamda “Devlet güçlerinin Kürdistan’da kadınlara yönelik cinsel işkence yöntemleri kullandıklarını, fail polis ise şikâyetin daha kolay olduğunu ancak fail asker ise kadınların şikâyetten korktuklarını örnekleriyle anlattım. Ve militarist politikaları eleştirdim”.
Konuşmama devam ederken, birdenbire Necla Arat ayağa kalktı “ben orduma laf söylettirmem” diyerek bağırmaya başladı. Ortalık karıştı. Toplantı sona erdi. Ertesi gün Türkiye’ye döndüğümde bir basın ordusuyla karşılaştım.
Özelikle, Hürriyet gazetesinde manşet yapılmıştı. Kürdistan kavramını kullanmış olmam ve orduyu eleştirmem, bana tehdit ve hakaret oluşturan söylemlerle manşet yapılmıştı. Ve bütün haberler Necla Arat’ ın benim aleyhime açıklamaları vardı. Sözkonusu haberler nedeniyle Genelkurmay başkalığı hakkımda suç duyurusunda bulundu. Necla Arat ise Genelkurmay’ın tanığı olarak hakkımda açılan davada ifade verdi. İfadesi sırasında Genelkurmay başkanının kendisini bizzat arayarak teşekkür ettiğini söyledi.
Bu nasıl bir ironi… Necla Arat ve düşünce özgürlüğü?
Ben şahsen Kemalistlerin ve herkesin düşünce özgürlüğünü sonuna kadar savunuyorum. Ancak onlar sadece kendi düşüncelerinin özgürlüğünü savunuyorlar.
Türkiye, totaliter bir devlet yapısına sahip..Herkes uygulanan politika sonucu adeta küçük bir “devletçik” olmuş durumda.
Simon Tormey şöyle diyor; “totaliter rejimlerde toplumların dokusuna işlemiş olan terör, yalnızca itaati sağlamakla kalmaz, bireyi egemen ideolojinin dünya görüşünü benimsemeye de zorlar”.
Onlar itaat ediyorlar. Biz belki azınlığız, ama mutluyuz… İtaat etmiyoruz...


İnsan hakları aktivisti ve bir darbe karşıtı olan Eren Keskin
bu makaleyi sesonline.net için yazdı