Şenol Karakaş
DTP milletvekili Sırrı Sakık, Cumhuriyeti yönetenlerin Çanakkale savaşında ölenlere ihanet ettiğini açıkladı ya, aydınlanmacı solcuların Kürtleri Cumhuriyet değerlerine davet etmesi için paha biçilmez bir fırsat oluşmuş oldu.
TKP eski Genel Sekreteri Kemal Okuyan, fırsat bu fırsat, millî bir anti emperyalizm sosuna bulanmış, ilerici cumhuriyetin değerlerini vurgulayan, Kürtleri ortak vatan seviyesine geldiği için alkışlarken, birlikte yaşam yönünde yaptıkları değinmelere sevinen önerilerde bulunuyor.
Bu önerileri yaparken, iş Kürt sorununa geldiğinde Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin içeriğinden nasibini almamış bütün Türk solcularının yaptığı gibi, Kürtlere akıl vermeye başlıyor. Özetle, “Biz bunu önceden söylemiştik, neyse artık siz de anladınız” demeye getiriyor.
Kürt hareketi uzun süredir birlikte yaşamaktan söz ediyor. Ama Kemal Okuyan, bir Türk solcusu olduğunu unutarak, “Ayrılık değil de birlik ve ortaklık istenmesinden nasıl üzüntü duyulur!” diyerek şaşkınlığını ifade ediyor.
Nasıl üzüntü duyulur?
Şöyle üzüntü duyulur: Kürtler 1999 yılınden beri net bir biçimde birlikte yaşamak, bağımsız bir Kürt devleti yerine eşit haklara sahip bir halk olarak yaşamak istiyor. Bunu her fırsatta, her düzeyde dile getiriyorlar. Birlikte yaşama vurgusuna rağmen, son birkaç yıldır, DTP’lilere, “Söyleyin bakalım, PKK terörist mi, değil mi?” sorusu sorulduğuna göre, yılların KESK’ine PKK operasyonu yapıldığına göre, zafer işareti yapan Kürt çocuklar uzun hapis cezalarına çarptırıldığına göre, PKK ateşkes ilan ettiğinde yüzlerce DTP’linin göz altına alındığı operasyonlar yapıldığına göre, bir de baskı altındaki her halkın doğal, bir halk olarak varoluşundan kaynaklanan ayrılma hakkını dile getirseler ne olacak?
Neden Türk solcuları, ezen ulusun sosyalisti tanımına bu kadar yabancıdır, bilinmez! Ezen ulusun sosyalistiyseniz, en başta bir şeyi yapamazsınız: Ezilen halkın nasıl yaşamak istediğine karışamazsınız.
Karışabileceğiniz tek şey, ezilen halkın kaderini ve nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşayabileceği koşulları gasp eden devlet mekanizmasıdır.
Kürt halkı nasıl yaşamak istediğine özgürce karar verebileceği koşullarda mıdır?
Hayır!
Milletvekilleri, liderleri, hareketi, çocukları, dili hâlâ açık bir biçimde tehdit altında. Genelkurmay Başkanı ne dedi? “Üniter devletin çivisini oynatırsanız” dedi, Yugoslavya örneğini vererek, çivinizi çıkartırım.
Kemal Okuyan gibiler bu çivici yaklaşımla uğraşıyor mu?
Tabii ki hayır! Onun yerine şu ikilemi koyuyorlar Kürtlerin de muhalefetin de önüne: “Çünkü bütün bunlardan ileriye dönük pozitif bir enerji de çıkar, Yeni Osmanlıcılığa, yani Amerika'nın gerici bir operasyonuna "ortaklık" adına eklemlenme de...”
Özetle Kürtlere, “ya ileriye dönük hamle yapacaksınız ya da ABD uşaklığı sizleri bekliyor” denmekte.
Hilafet ve saltanatın yeniden canlandırıldığı yönündeki paniği bir kenara bırakırsak, ezen ulusun sosyalistleri, ezen devlet aygıtıyla, ezen ulus milliyetçiliğiyle, ırkçılıkla, Kürtlerin barış talebine çivici yanıtlar verenlerin teşhir edilmesiyle uğraşmalıdır.
Kürt sorununda keskin bir tartışmanın yaşandığı ve kartların teker teker açılmaya başlandığı bu yeni dönemde, ezen ulusun ezilenleri Türk milliyetçiliğine ne kadar güçlü bir yanıt verebilirse, Kürt halkı ve halklar arasındaki kardeşlik duygusu o kadar avantajlı çıkar.
Karl Marks, İrlanda özgür olmadan İngiliz işçi sınıfının özgür olamayacağını söylerken, ezen ulusun işçilerini egemen sınıfa ve devlete karşı mücadelede halsiz düşüren, çaresizliğe iten gerçek belanın gündelik yaşamda alıcı bulan ve yukardan aşağı sistematik bir biçimde pompalanan ezen ulus milliyetçiliği olduğunu anlatmak istemişti.
Kürtleri hiç mi eleştirmeyeceğiz? Tabii ki desteğimiz koşulsuz ama eleştirel olmalı. Bu eleştirin başında, Kürt hareketinin Türk milliyetçiliğinin kanlı sırlarını örtmesine yardımcı olan fikirleri geliyor. Bu, meşhur “kurucu ortaklık” fikri. Türkler ve Kürtler kurucu ortaklar. Kemal Okuyan da beğeniyor bu yaklaşımı tesadüfi olmayan bir biçimde. Şöyle diyor: “Cumhuriyet bir tek Kürtleri dışlamadı... Cumhuriyet halkı, emekçileri de dışladı burjuva karakterine uygun olarak. Bu kez cumhuriyet fikrini eşitlikçi bir düzende, aydınlık ve özgür bir Türkiye için yaşatacak mıyız, yaşatmayacak mıyız? Bizim sorularımız elbette bu olmalı.”
Bizim sorularımız elbette bunlar olmamalı. Bizim sorularımız, cumhuriyeti teşhir eden sorular olmalı, bizim sorularımız milliyetçiliği teşhir eden sorular olmalı, bizim ilk ve Okuyan gibilerin asla sormayacakları sorumuz, “1915’te ne oldu?” sorusu olmalı.
Kürt halkı, Ermenileri, Kürtleri, Müslümanları ve işçileri ezerek yükselen ve aydınlanmacılığı sadece asker-sivil bürokrasi ve Türk sermayesinin banka hesaplarını aydınlatmaktan ibaret olan cumhuriyetle hesaplaşmadan kendi kaderini belirleyebileceği koşullara ulaşamaz.