Roni Margulies
"Seçkin" kelimesi matrak gelmiştir hep bana. Niye "seçmek" kökünden türetildiğini hiç anlayamamışımdır. Kim seçmiş ki seçkinleri?
Bir de, seçkinlerin kendileri matraktır Türkiye'de.
Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmak üzereyken, seçkin kadınlar "Başörtülü bir kadın ve karısı başörtülü olan bir adam Batı'ya karşı bizi temsil edemez" diye feveran ediyordu. Ne kadar garip!
Birinci gariplik şu. Yurtdışında epey zaman geçirmiş biri olarak, iyi biliyorum ki Avrupalı'nın gözünde Türk Türk'tür. Başında başörtüsü de olsa, melon şapka da olsa, Türk deyince Avrupalı'nın aklına vahşi, geri, anti-demokratik, soykırımcı, işkenceci bir sürü gelir. Irkçılıktan kaynaklanır elbet bu. Ama bu ırkçılığı aşmanın yolu kafamıza ne taktığımızla ilgili değildir. Anadolu'nun tüm kadınlarını toplayıp kuaföre götürsek, hepsinin saçını sarıya boyayıp kafalarına en son moda Paris şapkalarını geçirsek hiçbir şey fark etmez.
Avrupalıların kafasındaki "korkunç Türk" imgesini aşmak isteyenler, önce Türkiye'de doğru dürüst bir demokrasi yaratmak, Ermeni soykırımının tanınmasını sağlamak, Kürt sorununun barışçıl çözümünü hızlandırmak, Genelkurmay'ın ağzını kapatmak için mücadele etmelidir.
Başörtülü Bayan Gül itirazlarının ikinci garipliği, temsil meselesiyle ilgili. Benim bulabildiğim tüm araştırmalar, Türkiye'de nüfusun yarıdan çok daha fazlasının kendisini tanımlarken "Müslüman" sıfatını da kullandığını gösteriyor. Yine bütün araştırmalar gösteriyor ki, kadın nüfusun yarıdan çok daha fazlası başını örtüyor.
Büyük çoğunluğu Müslüman ve başı örtülü olan kadınları, başı açık bir ateist mi daha iyi temsil eder, Hayrünnisa Hanım mı? Türkiye halklarını ben mi daha iyi temsil ederim, Abdullah Bey mi?
Mesele temsiliyet meselesiyse, açık ki Gül ailesi bu memleketi Nişantaşı veya Çankaya'da Starbucks'ta kahvesini yudumlayan herhangi bir aileden daha doğru temsil eder.
Ama mesele bu değil.
Kaçırmış olanlarınız varsa, Füsun Üstel ve Birol Caymaz'ın Bilgi Üniversitesi'nde yaptığı "Seçkinler ve Sosyal Mesafe" adlı araştırmayı muhakkak bulup bakın. Meselenin ne olduğunu apaçık gösteriyor.
İşte bir iki alıntı:
"Ekonomi ve siyaset alanlarında seçkin okulların mezunlarının uzun süredir kurmuş oldukları tekelin 'ikinci sınıf diploma sahipleri' tarafından tehdit edilmesi ve hatta kırılması olgusu 'köklü' ve türemiş seçkinler ve temsil ettikleri hayat tarzları arasında bir tür mücadelenin varlığına işaret ediyor".
"Kendilerini cumhuriyetin değer ve kazanımlarının taşıyıcısı olarak gören seçkinler 'yeni gelenleri', yani AK Parti'yi, orada olmayı hak etmemiş işgalciler olarak görüyor. Bütün katılımcılar Cumhuriyet Minglerine katılırken, katılımcılardan birinin darbe olsa destek vereceğini söylemesi dikkat çekti".
"Şimdiye kadar ezilmiş, kıyıda köşede kalmış adamlar birden bire güç sahibi oluyorlar. Bu çok tehlikeli. AKP'nin getirdiği kadroya bakın, şimdiye kadar ezilmiş tipler, şimdiye kadar hiç o şansı elde edememiş tipler".
Seçkinleri kimin seçtiği anlaşılıyor. Kendi kendilerini seçmişler. Egemen sınıfın çocukları oldukları için, seçilmiş zannediyorlar kendilerini. Ve halk başkalarını seçince, rahatsız oluyorlar, galeyana geliyorlar.
Seçkinleri bir de Genelkurmay seçti. Örgütledi, seferber etti. "İkinci sınıf diploma sahipleri"ne karşı.
Buyrun, saflar belli. Bir yanda egemen sınıf, Genelkurmay, CHP ve TKP. Bir yanda "kıyıda köşede kalmış adamlar", "şimdiye kadar ezilmiş tipler".