Doğan TARKAN
Türkiye’de büyük işçi eylemi denince akla hemen gelebilenler oldukça sınırlı. Grev hakkının kazanılmasında büyük önemi olan Saraçhane Mitingi, KESK’in sendika yasası henüz çıkmamışken gerçekleşen bir iki Ankara yürüyüşü ve belki bir iki Emek Platformu eylemi. Ve çoğu 1960’lı yıllarda gerçekleşmiş olan fabrika işgallerini de büyük olmasa da önemli işçi eylemleri olarak görebiliriz.
Bunların arasında 15-16 Haziran’ın büyük bir önemi vardı ve Türkiye sınıflar mücadelesinin en büyük eylemiydi.


1960’larda Türkiye
1950’de Türkiye’de 155 fabrika vardı ve bu fabrikalarda işçilerin toplam yüzde 30’u çalışıyordu. Üretimleri ise toplam üretim içinde yüzde 44’dü. İçlerinde sadece 55’i özel sektöre aitti.
1960’da bu sayılar hızla büyü-meye başladı. O güne kadar devlet sanayide de tartışmasız en büyük işverenken özel sektör hızla öne geçmeye başladı.
1960’da sanayi üretiminin yüzde 55’i fabrikalarda yapılmaya başlandı. İşçi sınıfının da yüzde 30’u bu fabrikalarda çalışıyordu.
Fabrikaların sayısı 540’a ulaşmıştı. Bunların 300’ü özel sektöre aitti.
1964 yılında 20 ila 100 arasında işçi çalıştıran sanayi kuruluşlarının sayısı 1200’e ulaşmıştı. 1970’e gelindiğinde ise fabrika- ların sayısı 1160 olmuştu. Bu fabrikalar toplam sanayi üretiminin yüzde 73.7’sini gerçekleştiriyorlardı. Toplam işçilerin yüzder 46.4’ü de bu 1160 fabrikada çalışıyordu.
1160 fabrikanın 800’ü özel sektöre aitti.
Kısacası 1960’lı yıllarda özek sektör ve büyük sanayi hızla büyümüştü.
1970’de İstanbul’da 1 milyon işçi vardı. Ankara’da ise çoğu “memur” olmak üzere 400 bin işçi vardı.
1960’larda Türkiye ekonomisi çok hızlı gelişmekteydi. 1950-60 arasında ekonominin gelişme hızı yılda ortalama yüzde 7-8 idi, 1960’lı yıllarda ise ortalama yılda yüzde 13’lük bir gelişme oranına ulaşılmıştı.
Özel sanayinin bu hızlı gelişimi geleneksel sanayiler olan gıda ve tekstilin dışında esas olarak madeni eşya, ulaşım aracı imalatı, lastik ve kimya sanayilerinde yaşanıyordu.
İstanbul ve İstanbul - İzmit arası hızla sanayileşmekteydi.
Sanayinin hızlı büyümesi genç bir işçi sınıfının oluşmasına yol açıyordu.

DİSK’in kuruluşu

Türkiye’de sendikalar 1947’de yasallaştı. Bir yıl sonra, 1948’de 52 bin işçi sendikalara üye oldu.
5 yıl sonra, 1952’de Türk-İş kuruldu ve o sene 150 bin işçi sendikalıydı.
1960’a gelindiğinde ise sendikalı işçi sayısı 300 bine ulaşmıştı.
1948’de sendikalı işçilerin tüm işçilere oranı yüzde 15 iken bu oran 1949’da yüzde 29’a, 1958’de yüzde 37’ye çıkmıştır.
Kimilerine göre “işçi sınıfının ve emekçilerin önünü açan, ilerici” 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra ise sendikalı işçi sayısı düşmüş ve 1963’de sendikalı işçi oranı yüzde 30’a gerilemiştir.
Türkiye’de grev hakkı 1963’de kazanıldı. Kimileri grev hakkının yukarıdan verildiğini iddia etmesine rağmen grev hakkı için mücadelenin hak elde edilmeden başladığını, 1963 öncesinde grev ve direnişlerin yaşandığını düşünürsek zamanın CHP’li hükümeti işçi hareketi daha da militanlaşmadan grev hakkını vermenin yararlı olacağını düşündüğünü söyleyebiliriz.
1963’den 1971’e kadar ki işçi hareketi sürekli bir yükseliş içindedir. Bu dönemi ikiye ayırırsak, 1963-1966 arasında toplam 179 grev olmuş ve bu grevlere 26 bin işçi katılmıştı.
Aynı dönemde gerçekleşen 84 direnişe 44 bin işçi katılmıştır. Bu direnişlerden 16’sında güvenlik güçleri ile çatışma çıkmış ve 16 bin işçi bu çatışmalarda yer almıştır.
1967-1970 arasındaki dönemde ise 312 grev yaşanmış ve 56 bin işçi bu grevlere katılmıştı.
1967-70 arasında asıl yükselen mücadele biçimi ise direnişler olmuştur.
1967-70 arasında 516 direniş olmuş ve 340 bin işçi bu direnişlere katılmıştı. Direnişlerin 372’sinde güvenlik güçleri ile çatışma çıkmış bu çatışmalara 250 bine yakın işçi katılmıştır. (Tabii bu sayının içinde 15-16 Haziran direnişinin de yer aldığını unutmamak gerekir.)
DİSK, 1967’de kuruldu. Türk-İş yönetiminin İstanbul’da Paşabahçe işçilerinin grevini desteklememesi bardağı taşıran damla oldu ve özel sektörde örgütlü Maden-İş, Lastik-İş, Kimya-İş, Gıda-İş ve Basın-İş Türk-İş’den ayrılarak Devrimci İşçi Sendikaları Konfedarasyonu, DİSK’i kurdu.
DİSK kurucuları aynı zamanda Türkiye İşçi Partisi’nin de ya kurucusu ya da üyesiydi. Daha sonra Gıda-İş Başkanı Kemal Nebioğlu ve Lastik-İş Başkanı Rıza Kuas TİP’den milletvekili oldu.
DİSK’in kuruluşu işçi mücadelesi içinde önemli bir rol oynadı. Birçok fabrikanın işçileri DİSK’e katılmak için mücadele etmeye başladı. Bir çok direnişin nedeni sendika seçme hakkıydı.
Hızlı gelişen bir ekonomide işçilerücret ve diğer taleplerini hızlı alabiliyorlardı. Patronların ise grev ve direnişe, üretim kaybına tahammülü yoktu.
İşçiler DİSK’e üye olamak isti-yorlardı çünkü DİSK özel sektörde işçilere yüksek ücret ve daha iyi sosyal koşullar kazandırıyordu. Özellikle büyük fabrikalarda.
Bu nedenle büyük fabrikaların işçileri yasal grev dışında bir mücadele biçim geliştirmişlerdi: Fabrika işgalleri.
DİSK’e katılmak isteyen, özellikle büyük fabrikaların işçileri fabrikayı işgal ediyorlardı ve üretim kaybına tahammülsüz patronlar önce polis ve jandarma aracılığı ile grevi kırmaya çalışı-yor, bu olmayınca da işçilerle anlaşıyordu. DİSK’e bağlı sendikalar hızla güçleniyor, işçiler ise radikalleşiyordu.
Bu durum patronları ve özellikle de büyük patronları şiddetle rahatsız ediyordu. Çünkü bir yandan üretim aksıyor, diğer yandan da işçi ücretleri artıyordu. En önemlisi yeni oluşan genç işçi sınıfı içinde mücadeleci bir gelenek yerleşiyordu. Bu işçiler mücadeleci oldukları kadar sosyalist fikirlere de yaklaşıyorlardı.
Bu nedenle patronlar DİSK’in kapatılmasını, işçi hareketinin geriletilmesini istiyorlardı.
Yeni çıkarılmak istenen sendi-klar yasasının tek amacı DİSK’in dağıtılmasıydı.
15-16 Haziran 1970 direnişi bu yeni yasa tasarısını durdurmayı amaçlayan bir eylemdi.

Sosyalistlerin durumu
1970’de sosyalist hareket bir çok parçaya bölünmüştü. Ana tartışma ‘Milli Demokratik Devrim mi yoksa Sosyalist Devrim mi’ etrafında sürse de bir dizi başka tartışma hareketi kucaklamıştı.
15-16 Haziran eyleminden kısa süre önce MDD tezini savunanların yayın organlarında yoğun olarak tartışılan bir konu işçi sınıfının öncülüğünün objektif mi yoksa subjektif mi olduğuydu. Ve tartışma MDD saflarında yaşanırken Türkiye tarihinin bugüne kadar aşılamayan en büyük işçi eylemi gerçekleşti. Ne var ki parçalanmış Türkiye solu 15-16 Haziran işçi hareketinden ders çıkarmak yerine bir başka yana savruldu.
Bir dizi grup işçi sınıfının kitlesel mücadelesinin gücüne bakacağına silahlı mücadeleye başladı ve bu kesim daha sonraki yıllarda Türkiye solunun en önemli geleneğini oluşturdu.
Başlıca karakteristiği ikamecilik olan bu kesim kendi eylemlerini işçi sınıfının kurtarıcısı olarak görüyordu. 1971’de silahlı mücadele biçiminde karşımıza çıkan bu siyasi çizgi 2009’da onun tam bir karikatürü olarak küçücük gruplarla “keskin” eylemler yapmaya, “devrimci direnişler” gerçekleştirmeye dönüşmüş durumda.
Bir diğer kesim ise 16 Haziran günü işçilere direnmemeyi, sıkıyönetime boyun eğmeyi ve aralarına karışmış devrimci gençleri dinlememeyi öğütleyen radyo konuşmaları yapan DİSK önderliğinin arkasına takıldı.

Direniş
15-16 Haziran 1970 direnişini DİSK işyeri temsilcileri toplantısı kararlaştırdı. Geniş bir katılımla alınan karar 15 Haziran günü İstanbul’un üç noktasından merkeze doğru yürüme biçimin de başladı.
Gebze, Silahtarağa ve Levent yönlerinden başlayan yürüyüşler yol boyu büyüyordu.
İş bırakarak yürüyüşe çıkan bir işyeri diğerinin önünde duruyor, oradaki işçilerin katılımı ile devam ediyor ve bir sonraki iş-yerinin önüne geliyordu.
15 Haziran günü DİSK üyesi işçilerin yanı sıra Türk-İş üyesi işçilerin de yürüyüşlere katılması çok önemliydi.
 Ertesi gün, 16 Haziran’da yürüyüşlere katılan işçi sayısı arttı. Büyük işçi yığınları yürü-yor, karşılarına çıkan polis ve asker barikatlarını çok kolayca aşıyordu. Binlerce işçi Anadolu yakasında Türk burjuvazisinin kalbine, Bağdat Caddesi’ne girmiş Kadıköy’e doğru yürüyordu. Polis ateş açtı, işçi öldürdü ama yürüyüşü durduramadı. İşçiler Kadıköy Kaymakamlığı’nı sardı ve gözaltına alınan işçilerin serbest bırakılmasını sağladı.
Silahtar’dan gelen işçiler İstanbul Valiliği’ne yürümeye çalışıtı. Sayısız barikatın arkasndan Valiliğin önünde tanklarla karşılaştı. Bir işçi kolu Atatürk köprüsünden geçerek Taksim’e gitmeye çalıştı ama köprü açılarak durduruldu.
Levent yönünden gelen işçilere ise polis ateş açtı.
Yürüyen işçilerin arasında elbette bütün sosyalistler yer aldı. Ellerinden geldiğince işçilere yardımcı oldular ama işçilere önderlik edecek bir devrimci parti yoktu.
Nitekim  akşamüstü hükümet İstanbul’da sıkıyönetim ilan etti ve DİSK başkanı Kemal Türkler radyodan yaptığı konuşma ile direnişin bittiğini ilan etti ve devimci gençleri suçladı.
Hareket sahip olduğu tek ön-derliği de kaybetmişti. Nitekim 17 Haziran günü Silahtarağa bölgesindeki bir kaç fabrikanın kapılarını kaynaklayarak işgal edilmesi dışında gösteriler bitti.
3 gün sonra tüm hareket bitti.  6 ay sonra bir kısım solun silahlı mücadelesinin ilk ciddi olayları yaşandı. 8 ay sonra solun bir kısmı 9 Mart’ta “ilerici askeri darbe” beklerken 12 Mart’ta darbe gerçekleşti.
DİSK kapatıldı. Yöneticiler tutuklandı.
Bu arada 15-16 Haziran’ın hemen arkasından parlamento yeni sendikalar yasasını onayladı ama Anayasa Mahkemesi yasayı bozdu ve DİSK kapanmaktan kurtuldu ama Türkiye’de grev ve sendikalar yasası daha da kuşa döndü.
15-16 Haziran gösterileri işçi sınıfının var olduğunu eylemle gösterdi.
İşçi hareketinin kollektif mücadele gücünün önemini gösterdi.
Açık ki, 1970’de işçi hareketi içinde yer alan, devrimci bir önderlik var olsaydı gelişmeler başka türlü olabilirdi.
16 Haziran günü İstanbul işçi sınıfının eline düşebilirdi. Ertesi gün 4-5 kat ve belki daha fazla sayıda işçi ve emekçi sokağa çı-kabilirdi. Hareket bütün Türki-ye’ye büyük ölçeklerde yayılabilirdi.
Bütün bunlar olmadı. Olmadı, çünkü bu çağırıları yapacak, ertesi günü sıkıyönetime rağmen işçileri sokağa çıkaracak bir ör-gütlenmeyi inşa edecek devrimci sosyalist bir örgütlenme yoktu.

 

 


15-16 Haziran, sendikalar ve bürokrasi
15-16 Haziran öncesinde sendikalarda yönetimlerde iki kadro düzeyi vardı. Birisi uzun süredir sendika yöneticiliği yapmış ve yapmakta olanlar. Bu kesim hareketin, mücadelenin baskısı altındaydı. Bu nedenle bürokrasi hareketin önünde bir engel değildi.
Öte yandan alt düzey sendika yöneticileri çok zaman hareketin öne çıkardığı işçilerden oluşuyordu. Mücadelenin basıncını bu yöneticiler çok daha fazla hissediyordu ve zaten bir ölçüde sendikaların üst yöneticilerine mücadelenin basıncını onlar taşı-yorlardı.
Ne var ki 15-16 Haziran sendika bürokrasisinin tabandan gelen basınca karşı koyduğu ve mücadelenin önüne çıktığı ilk eylem oldu. Kemal Türkler radyodan yaptığı konuşma ile eylemi bitirirken DİSK içinde de bir dönemi kapattı.
15-16 Haziran’ın arkasından ve özellikle de 12 Mart döneminde işyelerinde büyük bir kıyım yaşandı. Öncü işçileri büyük ölçüde temizlendi. Bir kısmı sendika bürokrasisine katıldı.
1970’lerin ilk dönemindeki mücadeleler ve bu mücadelelerin bir çoğunda DİSK yönetiminin hareketi geri çekmeye çalışan tutumu bir ikinci kuşak işçi önderlerinin de fabrikalardan temiz-lenmesine neden oldu. 1970’li yıların başındaki ilk işçi eylemleri DİSK bürokrasisi tarafından derhal kınanmış ve karşı çıkılmıştır. Artık DİSK yönetimi mücadeleci işçilerden kopuk ve uzaktır.
Nitekim 12 Eylül 1980 darbesi ile bir kere daha kapatılan DİSK yeniden açıldığında bu fark daha da çoğalmıştır. Üyelerinin büyük kısmı Türk-İş’e geçmiştir.
O günlerde solda ve sendika hareketi içinde DİSK’in Türk-İş’e katılması tartışılmaktaydı. Ne var ki sekter sol ve DİSK’in olanaklarına göz diken yönetim bu fırsatı kaçırdı.
Bu arada ise DİSK’li işçiler örgütsüz, mücadele gelenekleri kırılmış bir biçimde zaten Türk-İş’e geçiyorlardı.
Bu arada Türk-İş’de grevlerin serbest bırakılmasından sonra saflarına katılan DİSK’li işçilerin de basıncı ile hareketlenmeyebaşladı. Nitekim 1987’de greve çıkan işçilerin yüzde 81.6’sı Türk-İş üyesidir.
15-16 Haziran 1970 direnişi açık ki Türkiye işçi hareketi tarihinin en önemli ve en etkileyici eylemidir. Ne var ki patronlar bu direnişin ardından korkularını yatıştıracak önlemlerin hepsini kısa sürede aldılar.
DİSK kapatılmadı ama ehlileştirildi. Hareketi ileri çeken bir örgüt olmaktan çıkarıldı. Öncü işçiler fabrikalardan tasfiye oldular. DİSK’in ehlileştirilmesi ve öncülerin tasfiyesi ile birlikte fabrikalarda radikal, sol, sosyalist unsurlar zayıfladı. Böylece fabrikalarda sol bir geleneğin oluşmasının önü kapandı.
1970’ler de DİSK içinde TKP’nin etkin olması bir işe yaramadı çünkü TKP, DİSK’in mücadeleci, direnişçi bir örgüt olmaktan çıkmasına yardımcı oldu.
Sonunda elde bugünkü DİSK kaldı. Bir kısım şubeleri MHP’nin elinde.