Orhan Göztepe
Sinema-politika ilişkisi bereketli konudur çünkü en basit biçimiyle kimin sinemasını seyrettiğimiz, yaptığımız hangi tarafta oluğumuzla ilişkilidir. Bir endüstri olarak geliştiği yıllardan itibaren sinema bir uluslararası ilişkiler ve ticaret konusu olmuş bu anlamda küresel baskın bir sinemayla sömürülen ve bazen direnen sinemalardan söz edilmeye başlanmıştır.
Konu bir yanıyla hükümetlerin neyin, ne şekilde gösterilebildiğini denetleme mekanizmalarına dayanır. En bilinen örneği Hays kodu olarak 1930'lu yıllarda Amerika'da karşımıza çıkar. Filmlede Amerika bayrağının kullanımı, dinsel içerik gibi olmazsa olmazları belirledikten sonra bir de olamayacakları belirler: tutkulu aşk, eşcinsellik, vahşet... 1967'de terk edilen bu sistem yerini şirketlerin bir başka kontrol sistemine bırakarak MPAA'nın derecelendirme sistemi doğar. Film içeriğine göre sınıflandırılır, bütçesi ve dağıtımı buna göre yapılır. Yani yine doğru kriterler uygulanmazsa film görünmez hale gelir.
Öte yandan SSCB, Çin gibi devletin sinemayı tam olarak kontrol altında tutuğu ve bir propoganda makinesine dönüştürdüğü sistemlerde bile aradan sıyrılmak mümkün olabilir. Bunun en bilinen hikâyesi Eisenstein son filminin akıbetiyle görünür hale gelir. Kendisi de iyi bir sinema izleyicisi olan Stalin, bazı durumlarda içeriğine sahne sahne karıştığı filmler sipariş ettiği yıllarda Korkunç İvan filmini görmezden gelir. Filmin ancak ikinci bölümü ortaya çıktığında 40'lı yılarda Rusya'da Korkunç İvan'ın kendisinden başkası olamayacağını anlar. Eisenstein montajın bitmesinin ardından kalp krizinden ölür (korkudan öldüğü de söylenir). Film 1958'e kadar sansüre uğrar. Ama alınan ders önemlidir. Sistemin tam ortasında bile olunsa kör bir noktadan direnmek mümkündür.
Bugün iki açıdan sinema politika ilişkisi işlemeye devam ediyor. Birincisi açıkça politik filmler yapmak, propoganda filmleri. Doğal olarak bu filmler resmi ideolojilere yaslandıkları ölçüde önleri açılıyor ve gösterim imkânları artıyor. İkincisi ise sinemanın gösterdiğinin altında sakladığı neyse onunla çalışmak. Reklam filmlerinin ya da çizgi filmlerin ideolojik olarak ne anlattıkları konusu yıllardır tartışılan bir konu. Bunlar barındırdıkları mesajı ne kadar görünmez kılarlarsa o kadar tehlikeli hale geliyorlar. Buna karşın yaygın bir ideolojik aygıtın bile içine bir eleştiri imkânını sokmanın yolları halen keşfediliyor. Holywood'un içinden bir film çıkıp, yaşadığı ülkenin baskın politikasını bir gençlik filmi olarak karşımıza getirip gözler önüne serebiliyor.