Doğan Tarkan
Seçimleri Ahmedinejad’ın kazandığı açıklandığından beri İran’da gösteriler bitmiyor. Ali Hamaney’in Cuma konuşmasına kadar gösteriler çok büyüktü. Hamaney’in tehditlerinden sonraki ilk gün gene büyük bir gösteri oldu ama polisin ve sivil milislerin sert müdahalesi ve Musavi’nin göstericileri cesaretlendirecek açıklamalar yapmaması gösterilerin boyutlarını küçülttü. Şimdi küçük ama sert gösteriler var. Gelecek günlerde gelişmeler nasıl olacak, göreceğiz.
İran’da egemen sınıf mollalar dediğimiz dini elit. Bunlar aynı zamanda İran kapitalist sınıfının bir kanadı. Bugünkü iktidar mücadelesinde adından çokça bahsedilen ve Musavi’yi destekleyen Rafsanjani İran’ın en zengini veya en zenginlerinden birisi. Irak Savaşı’nın ardından “ülkeyi yeniden inşa” ederken kendi servetini de inşa etmiş. Petrol, rafineri, ticaret ve tarımda güçlenmiş. Ortadoğu’nun en büyük işletmesi olarak gösterilen Hodro Otomobil fabrikasındaki en büyük özel sermayedar olduğu da söyleniyor.
Ahmedinejad 2005 yılında Rafsanjani’ye karşı adaydı. 2004-2005 yılının yoğun işçi mücadelelerinin üzerine yolsuzluklara karşı olduğunu, kamu yatırımlarını artıracağını ve mollaların özel sermayedarlar haline gelmelerini engelleyeceğini söyleyerek kazanmıştı. Yoksulların büyük desteğini almıştı. Bu seçimlerde ise Ahmedinejad aynı netlikte değildi. Gene Rafsanjani ve diğerlerinin yolsuzluklarını anlattı, gene popülist politikalar savundu, ama iktidarda olduğu dönemi açıklayamadı. O dönem boyunca petrol fiyatları çok büyük ölçüde artmıştı. Bu nedenle İran’a oluk oluk para akmıştı ama bu büyük paralar İran halkına gitmedi. İşçi ücretlerinde kısmi bir artış olmasına rağmen enflasyon yüzde 24’e ulaşınca ücret artışları eriyip gitti. Ve işsizlik arttı. Hem de çok.
Petrol gelirleri ise, Bayad denen kamu-özel sektör ortak şirketleri aracılığı ile Körfez ülkelerindeki yatırımlara aktı. İran sermayesi İran’ı güvenli bir yatırım alanı olarak görmüyordu.
Muhalefetin adayı Musavi ise 1979 Devrimi’nin ardından İslam Cumhuriyeti’nin ilk başbakanıydı ve o dönemde devletçi politikalara sahipti. Sonra özelleştirmeci Rafsanjani tarafından başbakanlık kurumu ortadan kaldırılarak görevine son verildi. Musavi uzun yıllar politikanın dışında kaldı. Son seçimlerde iki dönem cumhurbaşkanlığı yapmış reformist Hatami son dakikada aday olmaktan vazgeçince gene onun tarafından aday yapılmıştı.
Musavi kampanyası başladıktan kısa süre sonra hız kazandı. Özellikle kadınlar gösterilere katılmaya başladı ve kısa zamanda Musavi kadınlar için özgürlükler vaad etmeye başladı.
Kısacası seçimlerde yer alan bütün adaylar aslında rejimin sınırları içinde. Zaten başka türlüsü olamaz, çünkü Mollalar konseyi bir ön eleme yapıyor.
Muhafazakâr ve reformist adaylar arasındaki fark egemen sınıfın hangi kesiminin İran’ı nasıl talan edeceği konusundaki fikir ayrılığıdır. Daha derinleştirilirse, devletçi kanat ve liberal, yeni-liberal kanat diye ayrılabilir.
Bu noktada Türk solunun bir kısmının tutumuyla soruna bakılırsa, “yesinler birbirlerini” denebilir. “Egemen sınıf içindeki bir mücadele, bize ne” denebilir. “Liboşların kadife devrimi” veya “Soros destekli liboşların renkli devrimleri” denebilir. Tabii “Ayşe teyzeyi ilgilendirmez” de denebilir.
Ama hemen herkes tutum alıyor İran konusunda. Hemen herkes Ahmedinejad’a karşı sokaklara çıkanları destekliyor.
Peki sokaktaki hareketin niteliği ne?
Açık ki, göstericiler İran İslam rejimine karşı sokağa çıkmadılar. Seçimler yenilensin istiyorlardı, oylarının hesabını soruyorlardı. Ama her kitle hareketinde olduğu gibi, giderek hareketin talepleri değişmeye başladı.
1917 Şubat ayında sokağa çıkan Rus işçileri ekmek ve barış istiyorlardı, ikinci gün bütün iktidar Sovyetlere dediler, üçüncü gün orduyu böldüler, dördüncü gün Çar devrildi. Sekiz ay sonra işçi sınıfı iktidarı ele geçirdi.
İran’da da sokağa çıkan yüz binlerce insan toplumsal muhalefetin her rengini taşıyor ve giderek radikalleşiyor. Bu, önlenmesi çok zor bir gelişme. Hareket gene İslami rejimi savunuyor, ama laiklik istiyor. Dinin devlet işlerinden ayrılması giderek büyüyen bir talep.
Fakat en önemlisi, yavaş yavaş işçiler mücadele sahnesine çıkıyor. İnşaat işçileri göstericileri savunarak polise ve milislere saldırıyor. Hodro otomobil fabrikası işçilerinin iki saatlik bir uyarı grevi planladıkları söyleniyor ve zaten örgütlenmek için sert bir mücadele veren otobüs işçilerinin örgütü gösterileri desteklediğini açıkladı. Çok güvenilir olmasa da, çok sayıda fabrikada kendiliğinden gösteriler, grevler ve iş yavaşlatma olduğu söyleniyor.
Kısacası, “bizi ilgilendirmeyen” egemen sınıflar arası çatışma bambaşka sonuçlar yaratıyor. Gelişmelerin nasıl olacağını, sokak muhalefetinin (ki son iki gündür katılım çok azaldı) devam edip etmeyeceğini, Musavi’nin ve diğer egemen sınıf kesiminin başına neler geleceği, seçimlerin yenilenip yenilenmeyeceğini göreceğiz. Gerçekten grevlerin yaygın olup olmadığını ya da yaygınlaşıp yaygınlaşmayacağını da göreceğiz.
İşte burada İran konusunu bırakıp Türkiye’ye dönebiliriz.
Son “belge”den sonra bile hâlâ bir darbe girişimi/hazırlığı olup olmadığını sorgulayan bir sol var. Bazıları “belge” sahte çıksa sevinecek. En olumlu tavır “yesinler birbirlerini”.
Peki yesinler, ama bu egemen sınıf çatışmasını tarif etmek gerekmez mi? Egemen sınıf içinde niye bir çatışma var? Kimler ve neden darbe istiyorlar? Örneğin TÜSİAD ya da MÜSİAD darbe mi istiyor? Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Doğan vs darbe mi istiyor? Neden AKP’ye karşılar? Yoksa bütün bunlar AKP’yi mi destekliyor? Öyleyse neden? Bütün bu sorulara cevap vermeden “egemen sınıfın iç mücadelesi” demek bu sorunda taraf olmaktan kaçınmanın bir biçimi.
Sosyalistler toplumdaki hiçbir sınıf mücadelesinde tarafsız olamaz. Daima egemen sınıfın bütün eğilimlerinden bağımsız bir söyleme ve taleplere sahiptirler ama mücadelenin kendisinden bağımsız olamazlar.
Türk solunun bir kısmının tutumu ile İran’da tutum almaya kalkarsan sokaktaki mücadeleye arkanı dönersin. “Yesinler birbirlerini”. “Faso, fiso”.
Sokakta muhalefet rejim aleyhine dönüyormuş, Türk solunu ilgilendirmez. Bulunan her fırsatta hükümete saldırmak ama darbeye karşı sessiz kalmak yeterlidir. Yeterlidir ama, bu tutum aslında darbeden yana tutum almaktır.
İran’da 'bana ne' der, evinde oturursan, sokağa çıkmazsan Ahmedinejad’ı, Ayetullah Hamaney’i desteklersin. Devrim Muhafızlarını, Hamaney ve Ahmedinejad’ın sivil giysili milislerini desteklersin.
Türkiye’ye İran’ın gözlüğünden bakınca durum çok çıplak. Türkiye’de darbe tehdidini yok sayan, küçümseyen ve tarafsız olduğunu, üçüncü taraf olduğunu söyleyen herkes aslında darbenin yanında tutum alıyordur. Ne yazık ki bunun başka bir izahı yok.

(sesonline.net’ten alınmıştır)