Rıfat Solmaz
Polisin KESK üyelerine karşı Taksim'de saatlerce barikat kurduğu eylemde (ilki üç saaten fazla, ikincisi ise sekiz saatlik barikatlar), atılması en doğal sloganlar "KESK'e değil çetelere barikat" ve "DTP'yi değil, silahları susturun" sloganlarıydı.
Ama ilk eylemde arka taraflardan sık sık "İşçi düşmanı faşist AKP" sloganı geliyordu. Neyse ki KESK üyeleri neden eylem yaptıklarının farkında oldukları için bu slogana fazla itibar etmediler.
AKP hakkındaki illüzyonlara son günlerde bir yenisi daha eklendi. AKP bugüne kadar Osmanlıcıydı, gericiydi, ABD'ciydi, cumhuriyet değerlerinin düşmanı ve bir karşı devrimin partisiydi, Tayyip Erdoğan'ın elinde tespihi, sırtında cüppesiyle açığa çıkıp tüm başörtülü kadınlara ve kara cübbelilere "İlk hedefiniz tüm kamusal alan" demesine az bir zaman kalmıştı, padişahlık sistemini getirmesi an meselesiydi.
Şimdi bir de faşistliği çıktı ortaya.
"Faşist", AKP'ye yönelik en ilginç suçlama. Örneğin, bu suçlamayı yapan yazarlardan biri, suçlamanın anlamsızlığının da farkında olsa gerek ki, "Faşizmin yerleşik, değişmez bir tanımı hiçbir zaman olmadı" diyerek giriyor konuya. Ne de olsa faşist olmayan bir partiye faşist diyecekseniz, önce faşizmin yerleşik bir tanımı olmadığını söyleyerek, özetle, kavramı, canınızın istediğini içine alacak kadar omurgasız bir hale getirerek işe başlamanız normal. (bkz. Kemal Okuyan, sol.org.tr)
Türkiye'de solda, "Zam, zulüm, işkence/İşte faşizm" sloganı her zaman rağbet görmüştür. Zammın, zulmün ve işkencenin olmadığı bir burjuva devlet örgütlenmesi, ister parlamenter demokrasi isterse diktatörlük olsun, ne zaman, nerede işlemiştir, merak konusu. Bu yüzden, iddia edilenin tersine, faşizmin yerleşik bir tanımı vardır. Bu tanıma sahip değilseniz, faşizmi sıradanlaştırırsınız, her rejimi, her siyasal yapıyı, her milliyetçi ya da baskıcı tutumu faşizm olarak adlandırmak, faşizm konusunda yerleşik bir tanımı bilimsel bir kesinlikte üreten Troçki'nin işaret ettiği gibi, kolu kesilmiş bir adamı, kafası kesilmiş bir adamla bir tutmaya benzer. Faşizm konusundaki en büyük tehlike, faşizmi sıradanlaştırarak, baskının her şeklini açıklayıcı bir ön ek gibi kullanılması. İçimizde, dışımızda, her yanımızda faşizm, askeri faşizm, AKP türü faşizm, sıradan faşizm, açık faşizm, örtülü faşizm, yarı açık faşizm, sömürge tipi faşizm, faşizm de faşizm!
Çok şey söyleyip hiçbir şey söylememiş olmak istiyorsanız, "faşist" demeniz yeterli.
Bu yeni bir buluş değil. Stalinist bürokrasi tarafından 1925'lerden sonra üretilen bir teori. Komünist Enternasyonal'i diğer ülkelerde kendisine bağlı kukla komünist partilerin örgütü haline dönüştüren stalinist bürokrasi, Almanya'da bir deprem etkisiyle gelişen nazizmi önemsizleştirdi. Almanya'da işçilerin gerçek düşmanı "faşizmin ikiz kardeşi sosyal demokrasidir" teziyle, komünist işçilerin önce sosyal demokrat işçilerle birbirine girmesine neden oldu. Hitler'e iktidarı, stalinist Komünist Enternasyonal altın tepsiyle sundu. Bu yüzden Kemal Okuyan "Dahası, faşizmin bir kavram olarak bilimsel derinliğinin çok ötesine geçen bir siyasal etkisi olduğu unutulmamalı. Bunu büyük ölçüde faşizmin hem silah gücünü hem itibarını yerle bir eden Sovyetler Birliği'ne borçluyuz" demese şaşırmak gerekirdi. Faşizme itibar kazandıran, önce Almanya'da nazizmin, ardından 1930'lar İspanya'sında  Franco güçlerinin mutlak faşist egemenliklerini kurmalarında stalinizmin işbirliği çok açıktır. Almanya'da işçi hareketini bölerek, İspanya'da ise faşizme karşı başlayan toplumsal direniş hareketine açıktan tutum alarak.
Baskıcı her rejime faşist suçlamasını yapmak, burjuva demokrasisine hak etmediği bir övgü sunmaktır. Burjuva demokrasilerinin bir yüzü nispi özgürlüklerse, öbür yüzü baskıcı bir polis devletidir. Faşizm ise, parlamenter polis devletinden bambaşka bir baskıcılık demektir. Krizin derinleştiği bir aşamada, burjuva rejimi altındaki işçi demokrasisinin tüm nüvelerinin, işçi basını, sendikalar, işçi dernekleri, basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, vakıflar, azınlıkların tanınma ve örgütlenme hakları, toplu sözleşme hakkı, kadın özgürlüğü, cinsel özgürlükler, sosyal demokrat ve sosyalist parti ve örgütler gibi tüm toplumsal örgütlenmelerin dağıtılması gerektiğinde faşizm devreye girer. Milyonlarca insanın aşağıdan yarattığı bu örgütlenmeleri, ne polis ne de ordu tümüyle dağıtabilir. Bu aşağıdan örülmüş toplumsal ilişkiler ağının dağıtılması için yine aşağıdan örgütlenmiş, sivil, kitlesel, reaksiyoner, aklımıza gelebilecek her türden özgürlüğe düşman, paramiliter özelliklere sahip, silahlı bir hareket gerekir. Faşizm bu hareketin adıdır.
Türkiye'de faşizmi bulmak isteyen, tek hilal altında yapılan milliyetçi gösterilerin arkasında üç hilali aramalıdır. "Bir gece ansızın gelebiliriz" başlıklı mektubu DTP'lilere gönderebilecek cüreti gösteren Alperen Ocaklarına bakmalıdır.
AKP'nin değil de, MHP'nin ya da BBP'nin %40 oy aldığını düşünürsek durum biraz daha netleşebilir.
AKP'yi olduğundan başka türden göstermek, kuşkusuz, "Mubahtır" pragmatist teorisi açısından işlevseldir. Eğer AKP faşist bir partiyse, toplumu faşizan bir biçimde baştan aşağı, aşağıdan yukarı dizayn ediyorsa, hangi türden olursa olsun, ister yasal ister yasadışı bir müdahaleyle devrilmesi mubahtır. Zaten, yine sol.org sitesinde Aydemir Güler şunları yazabiliyor: "Hece hece asker konuşmalarından heyecana kapılmaya devam ediyorlar. İçerik zaafı yumrukla kapatılmaz. Arkasındaki fikirden güç almadan vurulan yumruk kendi parmağını kırar. Başbuğ'un, basın toplantısı boyunca bir kez gericiliğe karşı görevden söz etmemesi manidar değil midir? Yalnızca kendi egemenlik sahasıyla ilgilenen bir strateji olabilir mi? Koruduğu sahada ne yapacağını bilemeyenlerin ne gücü olabilir? Başbuğ'un çizdiği direniş hattı, bu nedenlerle çok kolay kırılmıştır. Malum belge, ister uydurulmuş olsun ister sahici, içeriğini savunan tek babayiğidin çıkmaması halinde AKP cephesi kazanır oyunu. Asker, haziran operasyonunda demokrasi demeçleri vermiş ve o demeçler her defasında gericiliği dert etmeme güvencesi içermiştir. Belge imzacısı hakkında 'eğer gerçekse, salak olmalı' denmedi mi? Bu, albayını savunmak değil cami avlusuna bırakmaktır. Böyle yapanın tepesinde tepinilir. Kural budur."
İnanabiliyor musunuz? Bunu Komünist olduğun iddia eden bir partinin bir önceki genel başkanı söylüyor. Özetle, bir darbe belgesi, ister gerçek ister sahte olsun, Genelkurmay başkanı tarafından içeriği savunulmadığı, yani gericiliğe karşı olan vurguları savunulmadığında, hem de babayiğitçe, albay cami avlusuna bırakılmış olur. Eh, bu politika için AKP'nin faşist olduğu teorisi, sağlam bir zemin sunar.
AKP faşist bir parti değildir. AKP şeriatçı bir parti de değildir. İçinde padişahlık dönemini özleyenler mutlaka vardır, Kemalist eğitimin tarih dersi müfredatı onyıllardır zaten başka bir büyük Türk efsanesi yaratamadığı için, vardır mutlaka, ama AKP padişahlık rejimini kurmak için görev alan bir parti de değil.
AKP sermayenin muteber bir partisi. Sermayenin muteber partisi olmanın yolu, kitle desteğidir, halkın desteğini, sermaye politikalarını hayata geçirme yeteneğiyle birleştirebilen partiler, eninde sonunda halk desteğini yitirecekleri bir kırılma noktasına gelmek zorunda olsalar da, sermaye sınıfı açısından en istenen partilerdir. Bir partinin sermayenin ekonomik programını savunuyor olması, o partiye karşı mücadele etmek isteyen bir sol muhalefet açısından yeterli, gerekli ve zorunlu önkoşuldur zaten.
Başka gerekçe uydurmaya, faşizmi sulandırmaya, cami avlusuna bırakılan albaylara üzülmeye, darbe belgelerini görmezden gelmeye, Ergenekon davasını sulandırmaya, siyasal alana müdahale etmekte zorlanan askere fırça atmaya gerek yoktur.