Umut Mahir Özen, Allende’nin sol iktidarına yapılan darbeyi anlatıyor.

Şili’de 1970 yılında yapılan seçimleri Halk Cephesi’nin %36’lık bir oy oranıyla kazanması, işçi sınıfı açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Şili deneyimi günümüzde de can alıcı bir tartışmaya cevap veriyor: Hükümetler parlamento aracılığıyla sosyalizmi kurabilir mi?

Allende iktidara geliyor

1970 yılında başkanlık seçimlerini kazanan Salvador Allende, Halk Cephesi isimli bir seçim ittifakının adayıydı. Bu ittifakta Allende’nin başkanı olduğu Sosyalist Parti ve Şili Komünist Partisi’nin yanı sıra Halk Eylem Birliği Hareketi (MAPU) gibi önceki Frei hükümetinin çeşitli reformlarını destekleyen ancak bunlardan vazgeçilmesiyle bu birliğe katılan gruplar bulunuyordu. 4 Kasım 1970’te Başkanlığa seçilen Allende’nin arkasında, 1969 yılında düzenlenen 1939 greve katılan 230.725, 1970 yılında düzenlenen 5295 greve katılan 316.280 işçiyle beraber topraksız köylülerin kurduğu örgütler ve kırdan kente göçen işçilerin barınma haklarını savunan “gecekondu” örgütlenmeleri vardı.

Reform dahi olmayan reformlar

Allende tüm bu arkasındaki sınıfsal desteğe rağmen, orta sınıf ile proletarya arasındaki dengeyi sağlamak amacıyla çoğunluğu sağcılardan oluşan Kongre’nin onayını alabilecek reformları uygulamaya koymak niyetindeydi. Bu ise gidilebilecek yolun sınırını çizme şansını sağcıların eline bırakıyordu. Desteğini artırabilmek için bu orta sınıfı kazanmak isteyen Allende’nin yolu işçi sınıfını ve topraksız köylüleri denetim altına almak ve sınırlamak konusunda başarılı olmaktan geçiyordu.

Ekonomik olarak ücretlerde genel bir artış yaparak tüketimi canlandırma, ülkenin kullanılmayan sanayi kapasitesini yeniden devreye sokarak Frei’nin yarım bıraktığı işi devraldı. 1967’de çıkarılan yetersiz ve toprak sahiplerini kayıran Tarım Reformu Yasası’nı ise olduğu gibi tamamlama görevine koyuldu. Bununla beraber bu reformlar ABD’li sermayedarlara ait atıl durumdaki bakır madenlerini bedelsiz olarak devletleştirmeyi de hedefliyordu.

Halk Cephesi’nin genel programında ülkenin önemli endüstriyel ve mali imkânlarının devletleştirilmesi öngörülürken, ticari girişimlerin önemli bir bölümü özel sermayeye bırakılıyordu. 3500 sanayi girişiminin 150’sini yani toplam üretimin %40’ını devletleştirmeyi planlayan hükümet daha sonra bu oranı dahi düşürecekti.

İktidara geldiğinde sağ partileri ikna ederek güvenoyu alabilmek için “Güvenceler Tüzüğü” isimli bir anlaşma imzalayan Allende, böylelikle burjuvazinin araçları olan eğitim sistemine, kiliseye, kitle iletişim aletlerine ve silahlı kuvvetlere dokunmayacağının garantisini de vermişti.

1971 yılının sonlarına gelindiğinde patronların yeni yatırımlar yapmadığı görüldü. Orta sınıfın da stokçuluk yapması arz darlığı doğurdu. Bunu protesto eden sağcılar Fidel Castro’nun Şili’ye geldiği 1971 Kasım’ında “boş tencere” eylemi düzenledi. Eylemi yapan zengin kadınların hizmetçileriyle gelmesi ise gülünç bir durum ortaya koymuştu.

Haziran 1972’de Santiago yakınlarındaki Melipilla’da olan olaylar “cordon” isimli yerinden sınıf örgütlenmelerinin ortaya çıkmasını sağladı. Topraksız köylüleri, gecekondularda yaşayan yoksulları, öğrencileri de yer yer kapsayan cordonlar aslen örgütsüz işçi sınıfını örgütleyen alternatif olabilecek iktidar organları sayılabilirdi. Sosyalist Parti’nin sağ kanadı ve Komünist parti, üyelerine cordonlarla asla işbirliği yapmama çağrısı yaptı ve resmi sendika konumundaki CUT’un belirleyici olması gerektiğini söylediler.

Temmuz sonunda siyasi sorunları konuşmak üzere bir araya gelen 3000 delegeli Halk Meclisi, Komünist Parti ve Allende tarafından aşırı solun hizip çalışmaları olarak değerlendirildi.

11 Ekim kamyoncular grevi

11 Ekim 1972 günü, haftalar öncesinden ayrıntılarıyla planlanan işverenlerin ulaşım grevi, faşist parti Patria y Libertad (Anavatan ve Özgürlük) tarafından uygulamaya koyuldu. Allende ilk günlerde sessiz kalsa da Şili işçi sınıfı muazzam bir örgütlülükle hayatı yeniden kuruyordu. İşçiler bulundukları her alanda ulaşım faaliyetlerini örgütlüyor ve ekonomik işleyişi düzenliyordu. Kepenk kapatan dükkânların kepenkleri açılıyor üretim de aksamadan sürdürülüyordu.

Bu koşullarda solun yapması gereken devrimci atılım sağlanamıyor ve tartışmalar HC’ye çağrılar yapmak, HC’den devrimci bir tutum beklemekte tıkanıyordu. Allende işçilerin tüm bu çabalarına rağmen kabineye ordu mensuplarını alarak OHAL ilan etti. Ordu şiddetle işçilerin yarattığı örgütlenmelere saldırdı. Kabinedeki HC mensupları ise işçilere geri çekilmeleri gerektiğini söylüyordu.

Bu sırada açıklanan yeni ekonomi planı ise yüz civarında fabrikayı patronlara iade etmek gibi maddeler içermekteydi. Buna cordonlar sert tepki gösterdi ve birçok noktada devletin egemenliğini ortadan kaldırarak şehir merkezlerine büyük yürüyüşler örgütledi.

Bu süreçte ortaya çıkan cordonlar arası eşgüdüm komiteleri ise Sosyalist Parti’nin sol kanadının hâkim olması yüzünden bir hizipten öteye gidemedi. İşçi sınıfı bir önderlik sorunu yaşamaktaydı ve sol buna bir çözüm getiremiyordu. Tartışmalar hala HC ekseninde yürüyor, radikal bir kopuş sağlanamıyordu.

Bu politik gelişmelerin üzerine, sektörel kaynaklı ekonomik çıkarları için greve giden bakır madencileri solun geniş kesimleri tarafından burjuvaziye ve emperyalistlere hizmet etmekle suçlandı. Ekonomik krizin faturası madencilere çıkarılıyor, sol buna seyirci kalıyordu.

Sonun başlangıcı: 29 Haziran 1973

Albay Roberto Souper’in darbe yaptığını duyurmasıyla cordonlar etrafında örgütlenen işçiler buna karşılık verdiler. Darbe sağın önemli bir silahıdır ve bunda hemfikirlerdir. Bu süreçte Sosyalist Parti ve Komünist Parti dahi silahlanma çağrısı yapsalar da hala ordudan “devrimci” bir tutum beklemektedirler.

İşçi örgütlenmeleri 1972 Ekiminden öğrendiği derslerle karşılık vermeye devam etse de süreç daha hızlı ilerlemekteydi. Allende yeniden sıkıyönetim ilan etti. Ordunun ilk hedefi yine sınıf örgütlenmeleri oldu. Allende de Komünist Parti de sorumluluğu aşırı sola yüklemek konusunda hemfikirdi. Burjuvazi yeniden ekonomiyi durdurma yoluna giderek siyasi durumu içinden çıkılamaz hale getiriyordu. Bu sırada çıkan “Silahlanmanın Denetim Altına Alınması Yasası” işçi sınıfına karşı ordunun elini güçlendirmekten öteye gidemedi.

3 Ağustos’ta 11 Ekim’de darbeyi yapacak olan Pinochet’in de içinde bulunduğu yeni bir kabine kuruldu ve devrimci bir atılım yapmaktan çok uzakta olan Allende’nin burjuva devletine olan inancı bir kez daha kendini gösterdi.

Sol tarafından ordudaki rütbesiz askerlere yapılan emre itaatsizlik çağrıları sınıfın gücünün törpülendiği o günlerde anlamsızlaşmıştı. İşçi sınıfının yaratabileceği alternatif iktidar organları parlamenterist görüşlerce dağıtılmış ya da önemsenmemişti. İşçi sınıfının önderlik sorunu Şili toplumunu uçuruma sürüklemiş, binlerce insanın öldürüldüğü sınıfsal örgütlenmelerin paramparça edildiği bir sona götürmüştü.

Aslolanın işçi sınıfının öz örgütlenmesi olduğunu Şilili bir işçinin sözleriyle tekrarlayarak bitirelim: “Ne olursa olsun faşistlere teşekkür etmemiz gerekiyor. Onlar bizlere misket oynarayarak devrim yapılamayacağını göstermiş oldular. Bir sorun ortaya çıktığında, biz işçiler ön saflarda yerimizi almalıyız. Şu birkaç günde öğrendiklerimiz, son iki yılda öğrendiğimizden daha fazla.”