Ozan Tekin
Kürt sorununun çözümünde girilen yeni dönem, barış talep eden güçlerin tamamı tarafından son derece olumlu olarak değerlendiriliyor. Hem ana akım medyada, hem de tüm toplumda, sorundan bahsedilirken kullanılan dil dahi değişti. Devletin şahin politikalarından vazgeçmesi, Kürt halkının haklı taleplerinin önemli bir kısmının karşılanması; yani soruna siyasi bir çözüm getirilmesi ve Kürt kimliğinin tanınması gündemde.
Bu gelişmelere kimler üzülmektedir? Birincisi, hiç şüphesiz, bu kirli savaşın sürmesinden çıkarı olanlar. İkincisi, örgütlü faşistler ve milliyetçiler. Bunların üzülmesinde, sürece direnmesinde şaşılacak bir şey yok. Ancak sosyalist soldaki bazı çevrelerin de çözüme, Kürt hareketinin muhatap alınmasına itiraz etmesi; cesur(!) analizler sonucu Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı'nı Marksizm'den çıkarması, sosyalistleri doğal olarak şaşırtmaktadır.


İşçi sınıfının geleneğinde ulusal sorun
İşçi sınıfının mücadele geleneği, doğası gereği enternasyonalisttir. Kapitalizme tek bir ülkede darbe vurulabilir; ancak emek-sermaye çelişkisinin ulusal sınırlar içinde nihai çözümü düşünülemez. İşçi sınıfının uluslararası dayanışmasının önemine vurgu yapan Marks, "İrlanda işçi sınıfı özgürleşmeden, İngiltere işçi sınıfının özgürleşmesi mümkün değildir" diyordu.
Marksist gelenekte ulusal sorun meselesinin çözümlenişi, asıl olarak 21. yüzyılın başında Rosa Luxemburg ile Lenin arasındaki fikir ayrılığına dayanır.
Polonya Sosyalist Partisi(PPS) içerisindeki sağ-milliyetçi kanat, Rus İmparatorluğu'ndan ayrılmayı savunuyordu. Fakat bunun sebebi, ulusal bağımsızlığa özlem ya da kendi kaderini tayin etme isteği değil, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu idaresindeki Polonyalıların sahip olduğu görece iyi yaşam koşullarıydı.
Polonya işçi sınıfının, Petrograd ve Moskova'yı Varşova ve Lodz'un müttefiki olarak gördüğünü ve bu yüzden ayrılma isteği taşımadığını düşünen Polonya Sosyal Demokrat Partisi(SDKPL) önderi Rosa Luxemburg, ulusal bağımsızlık mücadelesi isteyen toplumsal güçler olmadığı için self determinasyona karşı nihilist bir tutum takınıyor, bu talebi gereksiz ve gerici olarak nitelendiriyordu. Luxemburg'a göre, ulusal sorunun kapitalizm içerisinde bir çözümü yoktu; sosyalizmde ise zaten böyle bir sorun kalmayacaktı.

Ezen ulus sosyalistleri ve Lenin'in tavrı
Lenin, Luxemburg'un PPS'nin şovenizmine karşı Rus ve Polonyalı işçilerin uluslararası birliğini vurgulayan politikasını doğru buluyordu. Fakat, ezen ulus sosyalistlerinin, diğer halkların kendi kaderini tayin haklarını desteklemek dışında alabilecekleri her tavrın, son tahlilde ezen ulus milliyetçiliğine destek olacağı açıktı. Lenin, ezilen ulus işçilerinin güvenini kazanmanın, ezen ve ezilen ulus emekçilerinin mücadele birliğini sağlamanın tek yolunun, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, ayrılma hakkı dahil, desteklemekten geçtiğini biliyordu. O'na göre, ezilen ulus sosyalistleri birleşme hakkını savunabilirdi; ancak ezen ulus sosyalistleri, mutlaka ve mutlaka ayrılabilme hakkını savunmalıydı. Bunun dışında alınacak tüm tutumlar, ezen ulus sosyalistlerinin kendi egemen sınıflarına ve onların sömürü koşullarının devamını garanti eden milliyetçiliğe taviz vermektedir. İşçilerin birleşik mücadelesini savunan sosyalistler, sınıf içinde bölünmelere sebep olan milliyetçiliğe karşıdırlar.
Sosyalistlerin ulusal sorun karşısındaki tutumunu daha iyi kavramak için, Alex Callinicos'un "Marksistler ve Ulusal Sorun" adlı broşürü incelenebilir.

 

 

“İşçi sınıfının mücadele geleneği, doğası gereği enternasyonalisttir. Kapitalizme tek bir ülkede darbe vurulabilir; ancak emek-sermaye çelişkisinin ulusal sınırlar içinde nihai çözümü düşünülemez.
İşçi sınıfının uluslararası dayanışmasının önemine vurgu yapan Marks, "İrlanda işçi sınıfı özgürleşmeden, İngiltere işçi sınıfının özgürleşmesi mümkün değildir" diyordu.”