"Kürt açılımı" adı altında süren süreç hızla gelişi- yor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay Diyarbakır'da kitle örgütlerinin temsilcileriyle bir araya gelip saatler süren bir toplantı yaptı. Toplantının ardından örgüt temsilcilerinin yaptığı açıklamalar, Kürt halkının çeşitli düzeylerde temsilcilerinin gelişmelerden memnuniyet duyduğunu gösteriyor.
Hükümet, işçi sendikalarının bazılarıyla da görüşmeler yaptı. Sendikalar da barış sürecinin gelişmesinden yana bir tutum içinde.
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın günlerdir merakla beklenen "yol haritası" konusunda da ilk işaretler gelmeye başladı. Kürt hareketi barış için hazırlanıyor. DTP Olağanüstü Kongre sürecine girdi.
Açık ki MGK toplantısında, "Kürt açılımı" ele alınacak. Generallerin ne düşündüğünü de öğrenmiş olacağız. Başka koşullarda olsa ve Kürt sorununda bugünkü tartışmaların yüzde biri yapılsa arka arkaya yüz kere muhtıra verecek olan generallerin suskunluğu, bir şaşkınlığın ürünü değil. Bu suskunluğun iki nedeni var: birincisi, hükümet temsilcilerinin iddia ettiği gibi "Kürt açılımı" devletin çeşitli kademelerinde sağlanan mutabakatla yürüyor. Türkiye'de egemen sınıfın da bu sürece onay verdiği görülüyor.
İkinci nedense, generaller suskun, çünkü konuşacak halleri yok! Ergenekon davası, prestijlerinin dibe vurmasına neden oldu.
Bir yandan Kürt sorununda barışçıl süreç gelişirken, aynı zamanda bazı kesimlerin "kimlik politikası" diyerek küçümsemeye çalıştığı bir dizi başlıkta da gelişmeler yaşanıyor. Hükümetin en etkili isimleri azınlık temsilcileriyle görüşüp bu konuda da demokratikleşme yönünde sinyaller veriyor.
Giderek, sorunların tümü, siyasal demokrasi üst başlığı altında birleşiyor. Ergenekon davası ve Kürt sorunu, Kürt özgürlük hareketi ve Ermenilerin, Rumların özgürlüğü sorunları bir birine bağlanıyor. Bu süreç, aynı zamanda, kemalizmin her yanıyla çatırdadığı bir süreç. Irkçı yazarlarıyla nam salan Hürriyet gazetesi, dağa taşa "Ne mutlu Türk'üm diyene" diye yazmanın modasının geçtiğini anlatıyor. Bunun yerine önerdiği slogan, "Önce vatan!" sloganı da pek matah değil, ama yaşadığımız değişim sürecinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Ezberlerin bozulduğu bu dönemde, sosyalistlere her zamankinden çok daha ağır bir sorumluluk düşüyor. Şimdi, barışın sesini sokakta daha güçlü çıkartma zamanıdır. Sokakta, Kürt halkının özgürlüğü için daha etkili olmanın zamanıdır.
Varsın, bazı solcular, Abdullah Öcalan'ın açıklamalarına sağcılık, ABD ve Fettullah Gülen'le uzlaşma desin. Varsın, solcuların bazı kesimleri, Kürt sorunu etrafında süren açılıma "ABD'nin oyunu" desin. Varsın bazı solcular, "Türkiyeli" bir açılım peşinde koşup, önce PKK'nin silah bırakması gerektiğini savunsunlar. Hayatta en hakiki mürşidi Misak-ı Milli olanlar, artık sağ fikirleriyle yeni dönemin de solun da dışına düşmüşlerdir.
Şimdi, gerçek sosyalizmin sesini yükseltme zamanıdır. Gerçek sosyalistlerse, ABD'ye direnen Irak halkının, İsrail'e direnen Filistin halkının değil de her daim Kürt hareketinin silah bırakmasını isteyecek kadar vatanını seven solcuların tersine, Kürt halkının barış sürecinden elde edebileceği en büyük siyasal kazanımla çıkması için sokakta mücadele edenlerdir. Türkiye'de işçi sınıfının, sadece barış sürecine olumlu bakmasıyla yetinemeyiz. Barış süreci, aynı zamanda işçi sınıfının aktif desteğini almalıdır. Barış sürecindeki her gelişme, olumlu her adım, Türk ve Kürt emekçiler arasındaki güveni artıracak, Türkiye'de ırkçılığa ve milliyetçi fikirlere karşı, işçi sınıfının kendi hakları için mücadelesinin önündeki en önemli engellere karşı da bir adım olacaktır.
Bu yüzden, Kürt halkının ürettiği talepler ve yol haritasından bağımsız olarak, Kürt halkının kendi kaderini kendisinin belirlemesi için gerekli koşulların, yasal değişikliklerin sağlanması için mücadele etmeliyiz.
Bu yüzden, Kürt liderliğinden gelen açıklamalardan bağımsız olarak, ama bu açıklamaları da destekleyerek, Kürt halkının liderliğinin koşullarının iyileştirilmesi ve özgürlüğünü kazanması için de mücadele etmek zorundayız.
Sokağın havası barıştan yana. Barışın sesini güçlendirelim!