Şenol Karakaş

Yaklaşık iki aydır "açılım süreci" tartışmaları yoğun bir biçimde tartışılıyor. Ulusal bir sorunun, hem de on yıllara dayalı ve son 25 yılında binlerce insanın öldüğü bir sürecin iki ayda çözülemeyeceği çok açık.

Sosyalist İşçi, Kürt sorununda çözüm adımlarının bir süreç olduğunu ve zaman zaman ileriye doğru adımların zaman zaman da geriye doğru adımların atılacağını en başından beri vurguluyor. Tersini beklemek, sorunun çözümünden bahsedilmesiyle çözümün gerçekleşeceğini düşünmek, Kürt sorununu hafife almak olur.

Engeller

Üstelik, meydanlarda bas bas bağıran Devlet bahçeli ve Baykal gibi politik figürler varken, batıda seçmenlerden oy alan AKP'li milletvekilleri hem sorunu kavramadaki ufuksuzluklarıyla hem de CHP ve MHP'nin basıncına açık olmalarıyla çözüm sürecinden uzak açıklamalar yaparken, Kürt halkının haklarını kazanma sürecinin başlı başına bir mücadele dönemi olacağını görmek zorundayız.

Bir yandan da, her bulduğu fırsatta, prestijini yeniden güçlendirmek ve savaşan bir ordunun kumandanları olarak şanlı ve onurlu konumlarını sürdürmek için basın brifingleri modasından vaz geçmeyen silahlı kuvvetlerin engel olma yeteneği var. Yine, Genelkurmay Başkanı, "Son terörist etkisiz kalıncaya kadar mücadeleye devam" edeceklerini açıkladı.

Bir önceki Genelkurmay Başkanı'nın, tüm ordu toplanıp Kandil'e gitse bile bu savaş bitmez açıklamasıyla birlikte düşünüldüğünde, Başbuğ'un açıklaması, seçimlerde mağlup olmuş bir parti liderinin hamasi ajitasyonunu andırıyor.

Sorunun adını koymak

Bugüne kadar ölen on binlerce Kürt ne sadece Kürtçe şarkı söylemek ne de köylerin ismi yeniden Kürtçe olsun diye öldü. Kürt sorunu, Kürt halkının, Kürt kimliğinin tanınması için verdiği mücadeleyle gündeme geldi. Kürt kimliğinin tanınması mücadelesi adım adım, dil, eğitim gibi konulardan başlasa da temel sorun halen Kürtlerin ulusal olarak tanınma sorunudur. Bunun yanı sıra bir de Kürtlerin yaşadığı coğrafi birliği olan alanın statükosunun ne olacağı önemli bir sorun olarak öne çıkıyor.

Kürt illerinin hem cumhuriyet tarihi boyunca hem de 12 Eylül'den sonra yönetim şekline bakılınca, bölgenin statükosunun farklı olduğu, cumhuriyetin doğal bir parçası olmayan başka bir halkın her düzeyde sömürüye maruz kaldığı bir yapının egemen olduğu görülebilir.

Şimdi tanınması gereken bu yapının varlığıdır. Değiştirilmesi gereken de bu yapıdır.

Cin ve şişe!

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, hükümetin attığı ilk adımdan sonra, "Artık cin şişeden çıkmıştır" dedi. Bu sürece dair en önemli yaklaşımlardan birisidir. Cin şişeye giremeyeceğine, Bahçeli, Baykal gibiler ve Ergenekon örgütünün uzantıları dışında hiç kimse, bir daha, "Kürt yoktur, dağ Türkleri vardır" diyemeyeceğine göre, açılım süreci ilerleyecektir.

İlerlemenin sona ermesi, şiddetli bir hafıza kaybıyla olabilir! Cumhurbaşkanının iki ay önce "Kürt sorunu vardır" dediği, bir şiddet dalgası her türden, sınırlı da olsa tüm demokratik mevzileri yok edemediği sürece bir daha unutulamaz.

Artık, Kürt sorununun varlığı, Kürt halkının varlığı devletin resmi temsilcileri tarafından "resmen" vurgulanmıştır. Bu adımın ne kadar büyük bir kazanım olduğunun görülmesi için bu açıklamalar yapılamadan önceki yakın tarihin trajedisine bakmak yeterli olacaktır. Diyarbakır cezaevinden başlayan, işkenceler, faili meçhuller, ölüm kuyularında yok edilmeler, kapatılan partiler, kapatılan gazeteler, operasyonlar, binlerce operasyon. Tayyip Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı için verdiği yemekte, 6 bin güvenlik görevlisinin öldüğünü ama toplamda 30 bin kişinin öldüğünü söyledi. Bu 24 bin ölü kimin ölüsüdür? İşte, devletin resmi ağızlarının "Kürt sorunu vardır" demeleri için ödenen bedel budur!

Bu yüzden Kürt halkı, çözüm için umutludur. Bu yüzden Kürt halkı, moralli, kendine güvenlidir.

Politik alanın sağında ve solunda konumlananlar nedense aynı tezi işliyor. "Açılım ABD'nin oyunudur." Arkasından da elbirliğiyle aynı öneriye sahipler: "PKK silah bırakmalıdır."

Hayır! Bu açılım bir ABD oyunu değildir! Bu açılım, Türkiye'de egemen sınıfın bir savaşı kazanamadığının itirafıdır, o kadar. Savaşı kazanamayan egemen sınıf, artık istikrar istemektedir ve Kürt sorununda en kısıtlı adımların atılmasıyla, tümüyle kendi lehine bir çözüm sürecinin peşindedir. Egemen sınıfın savaşı kazanamadığını itiraf ederken, Kürt halkına en kısıtlı hakları vermeyi de peşinen kabul etmiş oluyor. Çözüm ABD'nin oyunudur diyenler, 29 Mart yerel seçimlerinde DTP'nin yaptığı oy patlamasının nedeninin de iki gün önce Beyaz Saray'ın önünde yürüdüğü iddia edilen 2 milyon sol düşmanı ABD vatandaşı olduğunu mu düşünmekteler? Onlar mı gelip oy verdi? Yoksa, Kürt illerinde gizlice faaliyet yürüten CIA üyeleri mi?

Karşımızda bir ABD oyunu yok. Karşımızda, yıllardır yenilmeyen Kürt halkının iradesi var. Görülmesi gereken öncelikle budur. Bunu göremeyenlerin, Kürt illerinde Kürt halkını baskı altına alan mekanizmanın aynı zamanda batıda emekçileri baskı altına alan mekanizma olduğunu da görme şansları yok. Bu yaklaşımın Kürt halkına güven vermesi imkansız olduğu ve her türlü fedakarlığı önce Kürtlerden talep ettiği için Kürt emekçilerle batıda işçi sınıfının kardeşlik ama eşit koşullarda kardeşlik içinde birlikte mücadelesine de katkı yapma şansları yok.