DTP'nin kapatılması, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk başta olmak üzere DTP'lilere yasaklar getirilmesi savaştan çıkarı olanların, Kürt sorununda çözümsüzlük isteyenlerin işine geldi. Yıllardan sonra Kürt halkı nihayet mecliste temsiliyet hakkını kazanmışken; milyonların oy verdiği bir partinin kapatılması, yargının siyaset üstünde konumlanışının bir örneği oldu.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 367 kararı ile meclisin üstünde olduğunu bir yargı darbesi ile kanıtlayanlar, bugün de DTP'yi kapatıp süreci baltalamaya çalışıyorlar. 

Bir yargı darbesiyle daha karşı karşıyayız. Ergenekon'un planlarını hepimiz hatırlıyoruz. DTP'ye yönelik planlarını hatırlıyoruz. Toplumu "şeriata ve bölücülüğe karşı" motive edip harekete geçirme çabalarını hatırlıyoruz. Önce AKP üzerinden şeriat korkusu yaymaya çalıştılar. Başarılı olamadılar. Sonra DTP üzerinden bölücülük korkusu yaymaya çalıştılar. DTP'nin kapatılması, bu planların işlemesi için de bir adım oldu.

Kapatmanın hemen ardından İstanbul'un göbeğinde 3 silahlı saldırgan DTP'lilere ateş etti. Bu saldırı sonrasında Hürriyet başta olmak üzere pek çok gazete "korkulan oldu", "iç savaş başladı" gibi manşetler attı. "Terör yanlısı saldırganlara vatandaştan silahlı tepki" haberleri yapıldı. Vatandaşlar, ellerinde satırlarla, baltalarla, kuru sıkı tabancalarla yaşayan insanlar değil. Zaten saldırganlar, bu işi para karşılığı yaptıklarını itiraf ettiler. Saldırıdan biraz önce mahalleye siyah bir aracın geldiği söyleniyor.

Saldırganların kiralık olduğunun öğrenilmesinden sonra bu gazeteler bir tekzip dahi yayınlamadılar. Sokak çatışmalarını körüklemek istediler.

Ardından Muş'ta iki kişi pompalı tüfekle öldürüldü. "Muş'ta esnaftan göstericilere ateş" başlığıyla gazete ve televizyonlarda sanki masum vatandaşların sıradan tepkisiymiş gibi gösterilmeye çalışılan olaylarda, ateşlenen silahların devlet tarafından koruculara verildiği neredeyse hiçbir yerde yayınlanmadı. Medyanın üstlendiği "iç savaş" propagandası gerçekleri yansıtmadı.