Sinan Özbek

Irkçılık asıl olarak sömürgecilikle ilişkilidir ve 16. yüzyılda en saldırgan, en amansız haldedir. Bu dönemde tamamen biyolojik özellikler işaret ederek iş görür. Sömürgeci kapitalizm iki kirli işini ırkçı ideolojiye yaslanarak meşrulaştırır.

İlk olarak; işgal ettiği topraklarda yaşayan insanların neden buna reva görüldüğünü anlatır. Bunu işgal edilen topraklarda yaşayan insanları "doğal olarak aşağı değerde" ve ahlaki olarak "yozlaşmış" diye tanımlayarak yapar. "Yozlaşmış" ve "doğal olarak aşağı" olanları tahakküm altına almak, onlara "uygarlık götürmekle" açıklanır. Bu sömürgeciliğin meşrulaştırılmasıdır. İkinci olarak; ele geçirdiği sömürge topraklarında ihtiyaç duyduğu emek gücünü başka bir yerlerden söküp alırken ırkçılığı devreye sokar. Köle olarak kullandıklarının neden köle olduğunu açıklarken, onların insan olmadığını ya da tam gelişmemiş insanlar olduğunu söyler. Böylece köleciliğin yeniden başlamasının zemini oluşur.

Oysa kapitalist üretim ilişkisinde emek özgürdür. İşçi yaşamak için emeğini satmak zorundadır ama bunu isterse yapmayabilir. Burada sıkıntılı bir durum ortaya çıkar: Değil mi ki burjuva devrimi; "eşitlik, özgürlük ve kardeşlik" şiarı üzerinde yükselmiştir, şimdi içinde eşit, özgür ve kardeş olmayanların durumunu nasıl açıklanacaktır? Binlerce insanın topraklarından sökülmesi ve köle olarak kullanılması nasıl açıklanabilir? İşte ırkçılık tam olarak burada son derece işlevsel, tılsımlı bir ideoloji olarak devreye girer: Yerlilerin ve köleleştirilenlerin, insan olmadığı ilan edilir. Tam da bu nokta, ırkçılığın sökün ettiği kaynaktır. İlk haliyle ırkçılık, Yenidünya'daki plantaj aristokrasisi diye adlandırılabilecek sınıfın ideolojisidir.

 

Ama şimdi soru şudur: Kölecilik artık olmadığına göre ırkçılık neden vardır ve çağdaş kapitalizm ırkçılığa neden ihtiyaç duyar? Kuşkusuz günümüzde ırkçılık kölecilik döneminin bir "ideolojik artığı" olarak görülemez. Günümüzde ırkçılık daha çok kültürel özelliklere, farklılıklara işaret ederek işliyor. Kültürel farklılıkların tıpkı biyolojik farklılıklar gibi aşılamaz olduğunu söylüyor. Çağdaş kapitalizmin kimi arızaları ırkçılıkla yamanabiliyor. Bunlardan ilki işçiler arasındaki ekonomik rekabet: Kapitalist üretim sürecinde işçiler farklı ücretlerle çalıştırılır. Örneğin kalifiye denen işçi vasıfsız işçiden fazla kazanır. Bu tür bir ayrım, iki farklı ulustan işçi için söz konusu olduğunda ırkçılık işlevsel bir rol üstlenir. Göçmen işçinin daha ucuza çalıştırmasını hem sağlar hem de açıklar. İkinci olarak, yerli işçiler ırkçı ideolojiden etkilenir. Bu etki, onların yabancı işçiye bakarak kendilerini yine kendi gibi yerli olan patronuyla özdeşleşmesini getirir.  Böylece yerli işçi kendini acımasız üretim sürecinde daha iyi hisseder. Üçüncü olarak, ırkçılık işçiler arasındaki bölünmüşlüğü derinleştirmeye yarar, sınıfı böler. Bu da kapitalistlerin işine gelen bir durumdur.

Şimdi bu söylenenler kapitalizm için ırkçılığın nasıl bir verim sağladığına ilişkindir. Daha önemli olan kapitalist üretim ilişkilerinin ırkçılığı doğurduğudur. Yani ırkçılık, kapitalist ekonominin işleyişinden dolaysız olarak çıkar. Kapitalist üretimde artı değerin oluşması, değişken sermaye ve sabit sermaye ilişkisi üzerinden olur. Burada sadece değişken sermaye yani işgücü değer üreten sermayedir. İşçi çalışma süresinde ücret olarak ödenen değerden daha fazla bir değer yaratır. Bu artı değere el koyan patron iki şey yapabilir: Ya yeni makineler alır ya da yeni işgücüne yatırım yapar. Her iki durumda da sermayenin terkibi değişir.

İlk durumu yani kapitalistin yeni makinelere yatırım yapmasını ve bunun sonuçlarını bir kenara bırakalım. Sermayenin artı değer üreten kısmı değişken sermayeye basarak artı değer üretmek, temel olarak değişken sermaye giderlerinin düşürülmesine bağlıdır. Yeni teknolojiler alınmadan, mevcut makineler yenilenmeden, değişken sermaye giderlerinin düşürülmesinin çok sayıda yolu vardır. Örneğin iş saatleri uzatılabilir, bu genel ücretlerin düşmesine yol açar. Ama burada üzerinde durulması gerek asıl yöntem şudur: İşgücü arzı satılık ucuz işgücü ithaliyle arttırılabilir. Bu uygulama, ortalama ücretlerini düşmesini sağlar.

İşgücü ithalinden anlaşılması gereken de kuşkusuz asıl olarak göçmen işçilerdir. Kapitalist üretim tarzında göçmen işçiler üzerinden sağlanan ucuz işgücü son derece önemlidir. İşgücünün fiyatı içinde, işgücünün yeniden üretimi yani yeni işçi kuşaklarının yetiştirilmesi de vardır. Göçmen işçilerin çocukları söz konusu olduğunda bu noktada da masraflar azalır. Göçmen işçinin piyasaya sokulmasının yukarda saydığım faydaları da sağladığı düşünülürse yine göçmen işçi üzerinden sağlanan işgücü arzının arttırılmasının ne denli yerinde, istenir bir yöntem olduğu ortaya çıkar. Kapitalizm işgücünün arzını artırmak ve bu yolla ücretleri düşürmek için göçmen işçilerden vazgeçemez. Yani emek uluslararasıdır. İşte bu nokta kapitalist üretim ilişkisinde ırkçılığın yuvasıdır.

Şimdi ırkçılık kapitalizmin olmasa olmaz bir yasası olan "değer yasasıyla" ilişkilidir. Nasıl ki "değer yasası" olmadan bir kapitalizm düşünemezsek tıpkı bunun gibi ırkçılığı olmayan bir kapitalizm de düşünemeyiz. Bu durumda da ırkçılık eleştirisi, ırkçılığa karşı mücadele kapitalizme karşı mücadeleyle birleşir.