Meltem ORAL

AKP'nin yeni bakanlık düzenlemeleriyle birlikte Kadın Bakanlığı kapatıldı ver yerini "Aile ve Sosyal Hizmet Bakanlığı" aldı. Gerek Erdoğan'ın gerekse kendi bakanlarının kadını sadece ailenin parçası olarak gören yaklaşımları, kadınların "kadın" oldukları için yaşadıkları ayrımcılığı görmezden gelerek "aile"nin korunmasının birincil görev ilan eden tutumları Kadın Bakanlığı'nı kapatmış oldu. Seçim bildirgesindeki "ailenin bütünlüğünün korunması" başlığından da anlayacağımız gibi önümüzdeki dönemde aile kutsamalarına daha sık rastlayacağız.

Hele CHP ve MHP'nin de aynı ahlakçı politikaları sahiplendiğini düşünürsek, kadınların sadece kocalarının karısı, çocuklarının anası olarak görüldüğü düzenlemeleri yürürlüğe koymak çok da zor olamayacak.

Erdoğan'ın çokça tekrarladığı "3 çocuk doğurun" vecizesinin de, "kadın erkek eşitliğine inanmıyorum" demesinin de, parti temsilcilerinin, bakanların, patronların cinsiyetçi açıklamalarının da dönüp dolaşıp dayandığı yer aile kurumunun kutsallığı oluyor.

Ailenin kutsal olduğu propagandası önce aile içinde başlıyor. Okulda verilen eğitimde aynı hikaye ve yaşanması beklenen hayat senaryosu tekrarlanıyor, dizilerde, filmlerde, reklamlarda anlatılan hep aynı aile portresi oluyor. Çekirdek ailenin parlatılmadığı senar- yolar ise "kaderin ağlarını ördüğü", oyuncuları türlü belaların beklediği üçüncü sınıf dram oluyor.

Aile neden kutsal?

Bu sorunun sorulması önce şaşırtıcı gelebilir. Yaşadığımız toplumda birçok kişi kendisini dünyaya getiren, büyüten, olanağı varsa okutan, yaşam boyu çalışarak elde ettiğini dershaneye harcayan, iyi bir gelecek sunmaya çalışan, zor durumda kaldığında kapısı hep açık olan ebeveynlerine minnet duyar. Aile zalim dış dünya karşısında her zaman birbirini kollayan insanların dayanışması olarak görülür. Hatta çoğu zaman ebeveynlerin yoğun baskısı ve ilgisine rağmen "herkes gider ailen kalır" yaklaşımı hakimdir. Bu fikirle yetişen çocuklar kendi kurdukları ailede aynı senaryoyu tekrarlar. Buraya kadar her şey çok masum görünüyor ancak milyarlarca insanın parçası olduğu bu senaryonun hayatlarımıza bu kadar hakim olmasının ve sürekliliğinin nedeni hiç masum değil.

Bugünkü modern aile yaşanan, toplum ve devlet içinde hakim olan bütün çelişkilerin minyatür halidir. Aile kapitalist toplumun uzlaşmaz karşıtlıklarının hücresidir. Aile içinde kadın ve erkeğin arasındaki işbölümü kadınlar aleyhine, kadınları ezen ve baskı altında tutan bir işbölümü olmasının yanı sıra kapitalizmin sürekliliğini sağlayan ve onu güvence altına alan bir işbölümüdür. Ailenin üzerinde yükseldiği şey sevgi değil erkeğin kadını ezmesi, ebeveynlerin de çocukları ezmesidir.

İş gücü olan bireylerin yeniden üretim sürecindeki ihtiyaçlarını çok ucuza gidermesinin bir yolu olan aile kapitalizm için hem iş gücünün korunması hem de doğan yeni çocuklar sayesinde iş gücünün sürekliliğinin sağlanması açısından değerlidir. Yani aile sevgi yuvası olmaktan çok ekonomik bir birimdir. Ayrıca aile bireylerinin birbirleri arasında ekonomik çıkarları vardır. Bu yüzden egemen sınıf aile kurmayı teşvik eden bütün senaryoları üretir, yaygınlaştırır, elindeki bütün araçlarla hakim kılar. Eğitim sisteminden, sinema filmlerine, deterjan reklamlarına kadar egemen sınıfın ideolojisinin propagandası eşliğinde aile kutsanır.

"Yuvayı kuran dişi kuş" rolündeki kadınlar artık çok daha büyük oranlarda çalışma yaşamına katılıyor olsalar da düşük ücretlerde, esnek ve güvencesiz koşullarda çalıştırılmaktadırlar. İşten en kolay çıkarılanlar da kadınlardır. Baba evinden çıkıp, evlenip, aile kuruyor olmak hala kadınlara "kurtuluş" senaryosu olarak anlatılır. Modern toplumlarda kendi ayakları üzerine duran kadının bu koşullarını güvence altına alması evlenmesiyle mümkünmüş gibi görülür. Her bir evlilik kurulan yeni bir evdir. Doğacak her yeni çocuk da yeni bir işçi. Aile içindeki cinsiyetçi işbölümünde kadınlar evin ekonomisine katkıda bulunan iş gücü olmanın yanı sıra evin işlerini yapmak, çocukların eğitimiyle ilgilenmek, varsa ailedeki hasta ve yaşlıların bakımını üstlenmek, evin bütçesinin denetiminin peşinde koşmak, kocasının cinsel ihtiyaçlarını gidermek gibi görevleri üstlenir. Üstelik kadınlar ev içinde göğüsledikleri bütün bu işlere rağmen genellikle evin sahibi olmazlar, kadınların sahip oldukları gayri menkullerin oranı oldukça düşüktür. Kadının ev içinde yüklendiği bu işleri bedavaya yapıyor olması kadınları ikinci kez ezen bir unsur olsa da kapitalizmin ekonomik çıkarları açısından kaybedilemeyecek bir nimettir. Bu yüzden iş yerlerinde kreşlerin açılması talebi tüm dünyada uzun ve sert mücadelelere neden olmuştur.

Devlet egemen sınıfın özel mülkiyetinin korunması için varolan bir kurumdur ve bu rolünü aile kurumunda da gösterir. Kadınların mücadelesi sayesinde birçok kazanım olmasına rağmen boşanmak hala hayatı zorlaştıran bir iştir. Devletin yargısı açısından aile bütünlüğünü korumak önemlidir. Bu yüzden boşanma davalarında öncelik, iki bireyin resmi birlikteliklerini sonlandırma taleplerinin gerçekleştirilmesi değil, boşanmalarına neden olan husumetin giderilmesine ilişkin nasihatler ve esasen boşanmamalarını sağlamaktır. Bugün bu işlemler artık daha kolay görülüyor gibi olsa da, kadınları koruyan, güvence altına alan herhangi bir yasa olmaması veya varolan yasaların uygulanmaması nedeniyle aile baskısı veya kocasından çekinen kadınlar boşanmayı göze alamamaktadır. Boşanmış bir kadın olarak karşılaşacağı zorluklar yerine ailenin devamlılığını tercih edecektir, hele ki "çocuklar" varsa.

Kısaca aile kadınlar için kurtuluş olmaktan çok ezilmenin yaşandığı en önemli pratiklerden biridir. Ancak ekonomik çıkarların hakim olmadığı, özgür bireylerin her türlü tercihi yapabildiği bir toplumda bu kurtuluş gerçekleşebilir.

Toplumun ekonomik örgütlenme biçimi sosyal ilişkileri ve ailenin örgütlenme biçimini de şekillendirir. Toplumun tüm bireylerinin kan bağı olsa da olmasa da akraba olarak tanımlandığı bir sosyal ilişkiye sahip olan, çocukların istediği aileyi seçtiği topluluklar mevcut. Bugün yaşanan aile pratiği egemen ideolojinin anlattığının aksine vazgeçilmez değildir.

 

AKP, kadın değil aile diyor

Bir çok kadın örgüt ortak açıklama yaparak hükümetin Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulduğu ilan etmesini protesto etti. Kadınlar şunları söyledi:

- Kadın Bakanlığı tarihe karışmış oldu.

- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) ile aile, çocuk, özürlü ve yaşlı hizmetleri ve sosyal yardımlar genel müdürlükleri ile şehit yakınları ve gaziler dairesi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı altında toplandı. Kadın erkek eşitliğini güçlendirmek konusunda politikalar üretmekle görevli tek resmi mekanizma olan KSGM de bakanlık altında etkisiz ve yetkisiz bir birim haline getirildi.

- "Kadının Statüsu Uzmanlığı" kalkarak KSGM de görev yapacak uzmanların adı Aile ve Sosyal Politikalar uzmanı oldu. Böylece üniversitelerde açılmış ve kadın politikaları konusunda uzman yetiştiren Kadın Çalışmaları Bölümleri ve Merkezleri de yok sayılmış oldu.

- Valilikler bünyesindeki kadın çalışmalarını organize eden Kadının Statüsü Birimleri, İl Özel İdarelerine bağlandı.

- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) kapatıldı, merkez teşkilatı tasfiye edildi, taşra teşkilatı İl Özel İdarelerine bağlandı.

- Kadınların bir cins olarak yaşadıkları özgül sorunların yanı sıra, nüfus olarak da yarısını oluşturduğu yaşlılar, engelliler, çocuklar gibi kesimlerin, parasız, nitelikli, erişilebilir, kamusal hizmetlere ulaşım hakkı biraz daha budandı. Sosyal hizmetlerde özelleştirmenin önü daha da açıldı; "sosyal hizmet"in, "sosyal sadaka"ya dönüşüm sürecine yeni bir ivme kazandırıldı.

Bu durum, devletin kadınların en temel insan hakkı olan yaşam hakkını bile koru(ya)madığı, kadınların ve kız çocuklarının yüzde 42'sinin sistematik şiddete maruz bırakıldığı Türkiye'de, zaten ağır aksak işleyen mevcut eşitlik ve sosyal destek mekanizmalarını etkisiz ve sonuç olarak işlemez hale getirecektir.
İktidarı süresince kadınlara karşı şiddetin yüzde 1400 arttığı, gerekli önlemler alınmadığı için erkekler tarafından katledilen yüzlerce kadının vebalini taşıyan AKP hükümeti, bu düzenlemelerle mevcut mekanizmayı kangren ederek erkek şiddetinin daha da artacağı bir toplum, yani saatli bir bomba yarattığının farkında değil mi?

Hükümetin, "ilk imzacı" olmakla övündüğü, henüz 11 Mayıs'ta imzalanan Avrupa Konseyi Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşmesi açıkça diyor ki "Bir ülkede şiddet varsa bu durum, ülkedeki kadın erkek eşitsizliğinin sonucudur ve devlet bu şiddeti önlemekle yükümlüdür". Devletin bu konudaki yükümlülüğüyle bağdaşmayan bu yeni bakanlık düzenlemesi, Türkiye'nin imzaladığı bütün uluslararası sözleşmelere de açıkça aykırıdır.

"Kadın yok, aile var" yaklaşımını reddediyoruz!

Başbakan Erdoğan, yeni bakanlığı "Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli" sözleriyle açıkladı. Biz kadınlar yasalarda, Anayasa'da ve uluslararası sözleşmelerde "yurttaş"lar olarak tanımlanıyoruz ve haklarımız var. Bizler bir ailenin üyesi olsak da, olmasak da, öncelikle birer bireyiz. Eşit siyasal temsil ve katılımdan istihdama dek toplumsal yaşamın her alanında eşitsizlik, ayrımcılık ve şiddete maruz bırakıldığımız gibi, içine hapsedilmek istendiğimiz ailede de aynı eşitsizlik ve şiddetle yapayalnız bırakılmak isteniyoruz. Kadını aile dışında yok sayan; kadını ve kadının insan haklarını ailenin bekasına kurban eden bu yaklaşımı reddediyoruz! Teferruat değil, toplumun yarısıyız

Kadın Bakanlığı'nın kapatılması üzerine KSGM'nin geleceğini soranlara Başbakan'ın yanıtı "Teferruat" oldu. Bizler teferruat değil, toplumun yarısıyız. Seçimlere dört gün kala kadınları yok sayan politikaların mimarlarına, birey olarak görmeyi reddettikleri kadınların da, sadece bu seçimlerde değil tüm seçimlerde birer oyu olduğunu bir kez daha hatırlatıyor ve yeni meclisin kadın politikalarında gerçekleşen karşı-reformları ortadan kaldıracak adımları atması için mücadele edeceğimizi ilan ediyoruz.

"Kadın Erkek Eşitliği" bir devlet politikası olarak kabul edilinceye dek mücadelemizi sürdüreceğiz.