Özdeş Özbay

1870'lerde Almanya'da artan sanayileşme ve kentleşme dolayısıyla artan işçi sınıfı nüfusu nedeniyle sanayi şehirlerinde konut sıkıntısı baş göstermişti. Engels, bu dönemde Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin* merkezi organı olan Volksstaat için "Konut sorunu Üzerine" başlıklı 3 ayrı makale yazdı.  Engels'in makalelerindeki temel düşünce, proletaryanın devrimci sınıf politikasının reformist politikalarla değiştirilemeyeceği üzerineydi. Makalelerde Proudhoncu* reformist Dr. A. Mülberger ve burjuva sosyalisti olmakla itham ettiği Dr. Sax ile tartışır.

Engels'in Almanya'da yaşanan konut sorununu tahlili, sanayileşmekte olan hemen her yerde ve tabi Türkiye'de de yaşanan ortak sorunlara işaret ediyor:

"Eski kültüre sahip bir ülkenin manüfaktür ve küçük üretimden büyük sanayiye, üstelik elverişli koşullarla çabuklaştırılmış böylesine hızla geçtiği bir dönem, aynı zamanda ileri düzeyde bir "konut darlığı" dönemidir. Bir yandan, kırsal işçi yığınlarını, birdenbire, sınai merkezlere dönüşen büyük kentler kendine çekmekte; öte yandan da, bu eski kentlerin yapı düzenlemeleri yeni büyük sanayi koşullarına ve buna tekabül eden trafiğe uymamakta; sokaklar genişletilmekte, yenileri açılmakta, kentlerin ortasından demiryolları geçirilmektedir. Tam işçilerin yığınlar halinde kentlere aktığı sırada, işçi meskenleri büyük ölçüde yıktırılmaktadır. İşçiler ve küçük tüccarlar ve müşterileri işçiden oluşan zanaatçılar için aniden ortaya çıkan konut darlığı buradan gelmiştir."

Engels, Manchester, Leeds, Bradford gibi en başından beri sanayi merkezleri olarak gelişen kentlerde konut sıkıntısının yaşanmadığını fakat sonradan ve hızlıca sanayileşen Londra, Paris, Berlin, Viyana'da ise kronik olarak varlığını sürdürmekte olduğunu anlatır. Fakat konut sorunun sadece işçi sınıfını değil diğer sınıfları da üstelik en önce de konut sahibi olmak isteyen küçük-burjuvaziyi de etkilediğini belirtir. Tam da bu küçük burjuva talepleridir ki konut sorunu o dönemde basında sıkça tartışılır ve Engels bu tartışmaya müdahil olma gereğini duyar.

Proudhoncu Dr. A. Mülberger sosyal demokrasinin birinci görevinin konut kiralarının kaldırılması olduğunu ancak o gün gelene dek işçilerin kendi evlerini satın alabilecekleri bir tür düzenlemeyi savunur. Savunduğu sistem ev bedelinin uzun kiralar halinde ödendikten sonra işçinin o evin mülkiyetini üzerine alabilmesidir.

Engels, bu küçük burjuva konut edindirme siteminin zaten pek çok ülkede fiilen uygulanmakta olduğunu, ancak bunun Proudhoncu fikirlerin orijinalliğinden değil, piyasa ekonomisinin kendi işleyişi kaynaklandığını anlatır.

Tam da Engels'in dediği gibi sonradan sanayileşen Türkiye'de de konut sorunu en yakıcı sorunlardan biridir. Yoksul, işçi semtleri olan gecekondu mahallelerinde sıkça gördüğümüz yıkım ve çatışma haberleri, çözüm olarak ortaya atılan toplu konutlar (TOKİ), kentsel dönüşüm projeleri, uydu şehirler aslında hiç biri konut sorununu işçi sınıfı lehine çözme amacı taşımaz. Engels'in belirttiği gibi bu sorunun medyada bu kadar sık yer almasının ve çözüm aranmasının nedeni küçük burjuvazinin bu soruna olan ilgisidir. Şehirlerin merkezine yığılan gecekondu mahalleleri yıkılarak işçiler sürülür ve yerlerine AVM'ler, mağazalar, uydu kentler yapılır ve elbette bu projelerin yararlanıcıları orta ve üst sınıflardır. Engels'in tartıştığı Proudoncu fikirlere benzeyen TOKİ'ler dahi işçi sınıfının konut sorununu çözemez. Çünkü işçilerin düşük ücretleri, işten atılmalar, ekonomik krizler uzun süreli ödemeleri tamamlamalarını pek imkân vermez.

*Sosyal-demokrat o dönem marksist anlamına geliyordu.
**Pierre Joseph Proudhon, anarşist kuramcı.

 

Büyük Burjuvazi ve Konut sorunu

Engels büyük burjuvazinin konut sorununa eğilmesini ise yardımseverliklerinden değil o dönemde yaygın olarak görülen yoksul işçi semtlerindeki salgın hastalıklara bağlar. Bu salgınlar burjuvaziyi de etkilemektedir ve bu yüzden konut ve sağlık hizmetleri üzerine basında tartışmalar çıkar ve çeşitli çözüm önerileri geliştirilir. Bu dönemde bir tür burjuva sosyalizmini savunan Dr. Sax yazılarında ücretli emek sistemini değiştirmeksizin mülksüz işçileri mülk sahibi yapmanın yollarını arar. Böylece toplumsal refah artacak ve kapitalizmin sorunları sistem içinde çözülecektir.

Dr. Sax işçileri mülk sahibi yapmanın önemini anlatırken sorunu toprak sahibi olmak isteyen köylülerin durumuna benzetir ve içlerindeki mülk edinme dürtüsünün tatmin edilmesini savunur. İşçi, "böylece, mülksüzler saflarından, mülk sahibi sınıf saflarına yükseltilecektir."

Engels ise bu mülk sahibi olma fikrinin işçi sınıfı açısından yaratacağı sonuçları açıklar. İşçi sınıfını özgürleştiren şeyin toprağının elinden alınması olduğunu anlatan Engels bu mülk sahibi yapma fikrinin işçileri yeniden zincirleyeceğini şu sözlerle açıklar: "Onlara kendi evlerini verin, bir kez daha toprağa zincirleyin ve fabrika sahiplerinin ücret azaltmalarına direnme güçlerini kırın."

Artık ev sahibi olmak için uzun yıllar sürekli bir iş sahibi olma zorunluluğu olan işçi işten atılmamak için patronun taleplerine direnme gücünü kaybedecektir. Bu hevesin bir diğer sonucu ise düşük ücretli işçileri evlenmeye ve kadının da çalışarak ödemeye katkıda bulunmasına dolayısıyla da kutsal aile kurumunun bir kez daha güçlenmesine yol açmasıdır.

Bu konu üzerine Engels'in Dr. Sax ile yaptığı polemiğin bir diğer ilginç yönü ise Dr. Sax işçilerin düşük kiralı evler bulsa bile bilinçsizlikleri nedeniyle kendi sağlıklarını hiçe sayarak kötü alışkanlıklarını sürdüreceklerini iddia eder: "Bütün bunlar kira için mümkün olan en az harcamayı yapmak uğruna, oysa öte yardan gelirlerini gerçekten günahkâr biçimde içki  ve her çeşit boş zevklere saçmaktadırlar." Burjuvazinin bu ahlakçı eğilimini bugün AKP'nin içki ve sigara karşıtlığında da bulmak mümkün.

Burjuvazinin çözümü ise bellidir. İki sınıfın da bilinçsizliği giderilirse çıkarların uyumu mümkündür. Yani burjuvazi işçilerin kötü koşullarda yaşamaması için konut yapımı, kredi sistemleri ve sağlık hizmetleri sağlayacak işçiler de çıkarlarını anlayarak iyi insanlar olacak, grev yapmayacak, politika ile ilgilenmeyecek ve asla sosyalist partilere tenezzül etmeyecekler.

Engels, 'çıkarların uyumu' tezine karşı hemen kapitalizmin temel yasalarına vurgu yaparak cevap verir. Eğer işçiler konut sahibi olursa, yani artık ücretlerinin bir kısmını kira ödemesine vermezler ise bu durumun hemen kapitalistler tarafından kullanılacağını anlatır: " İşçinin geçim araçlarındaki her kalıcı fiyat düşüşü, "ulusal ekonomi öğretisinin tunç yasaları uyarınca" işgücünün değerinde bir gerilemeye eşdeğerdir ve dolayısıyla sonunda ücretlerde bunu karşılayan bir düşme ile sonuçlanacaktır. Böylece ücretler ortalama olarak kiradan tasarruf edilen ortalama miktar kadar düşecek, yani işçiler kendi evlerine eskiden olduğu gibi ev sahibine para ile değil, ama kendisi için çalıştığı fabrika sahibine ödenmemiş emekle kira ödeyeceklerdir."

Engels kent merkezlerinde konut ve arsa fiyatları yüksekliğini ve dolayısıyla da burjuvazinin çeşitli hilelere başvurmak zorunda kalacağını anlatır. Yani şehir merkezinden uzakta, minimum standartlarda, çok katlı, az odalı TOKİ'ler buna iyi bir örnektir. Üstelik Engels kendi döneminde İngiltere'deki konut şirketlerinin dar gelirlileri ev sahibi yapmak için uyguladıkları uzun vadeli kira sistemini anlatarak bu evleri alma imkanı olanların gelirleri ailesinin genişlemesi ile gittikçe düşen, sürekli bir iş sahibi olacağı kesin olmayan ve başka bir iş bulduğunda yerini de değiştirmek durumunda kalacak olan işçi sınıfı için değil küçük burjuvazi ve işçi sınıfının yüksek gelirleri kesimleri için uygulanan bir sistem olduğunu hatırlatır. Türkiye'de de "Uydu Kentler" ile yaygınlaşan ve özellikle "Çılgın Proje" ile tavan yapan konut projeleri tam olarak bu orta ve üst sınıfların konut açığını kapamaya yöneliktir. Sorunun en büyük kısmı olan düşük ücretli çalışanlar için her hangi bir gelişme yoktur.

Engels büyüyen şehirlerin giderek işçi semtlerine yayılıp, oradaki konut fiyatlarını yükselttiğini, konutların dükkan ve mağazalara dönüştüğünü ve işçilerin şehrin dışına gitmeye zorlandığını anlatır. Eski işçi varoşlarının süslü iş mekanlarına çevrilmesi bir yanda işçileri yerlerinden iterken bir yandan da başka bir yerde tekrar varoşların oluşmasına neden olur: "en rezilane ara sokaklar ve dar yollar ortadan kalkar, ama hemen başka bir yerde, ve çoğunlukla en yakın mahallede tekrar ortaya çıkarlar." Yani Beyoğlu'nu bir ticaret, eğlence ve turizm merkezi yaparsınız ama hemen aşağısında Tarlabaşı oluşur. Sonra oraya da "Kentsel Dönüşüm" projeleri ile girerek işçileri zorla başka yerlere sürersiniz ama sorunu asla çözemezsiniz.

Engels'in bütün bu eleştirilerin ardından çözümü şudur: "Gelecekteki toplumun düzenlenmesi için ütopik sistemler yaratılması bizim görevimiz değildir, sorunu burada ele almak son derece boş olacaktır. Ancak bir şey kesindir; rasyonel kullanımı varsayımıyla, büyük kentlerde, herhangi bir gerçek "konut darlığını" anında giderecek mesken için yeterli bina zaten vardır. Bu doğal olarak, ancak, mevcut sahiplerin mülksüzleştirilmesiyle, yani onların evlerine evsiz işçileri ya da bugünkü evlerinde aşırı derecede kalabalık olan işçileri yerleştirerek olabilir. Proletarya, siyasal güç kazanır kazanmaz kamu çıkarları uğruna alınacak böyle bir önlemin uygulanması, mevcut devletçe yapılan diğer kamulaştırmalar ve yerleştirmeler kadar kolay olacaktır. "

Engels bir yandan ütopik sistemler yaratmama kaygısını taşırken bir yandan da tutarlı bir şekilde kapitalizm sonrası toplumda şehirlerin de günümüzdeki gibi olmayacağını anlatır aynı aile kurumunun da günümüzdeki şekliyle var olmayacağı gibi. Engels için kapitalist toplumun bir sonucu olan modern büyük kentleri korumak bir saçmalıktır ve sosyalist bir toplumda ortadan kalkacaklardır.