Erkin Erdoğan

Kapitalizmin ekonomik krizi aşmak için ürettiği çözüm, neoliberalizmin son 30 yıldır uyguladığı politikaların kötü bir tekrarından ibaret: Kemer sıkma, ücretlerin baskı altına alınması, sosyal haklara dönük saldırılar ve daha fazla esnek çalışma. Sanki bu politikaların kendisi krizi yaratan faktör değilmiş gibi, işçi sınıfına krizi atlatmak için tek çıkar yolun fedakârlık yapmak olduğu anlatılıyor. Yunanistan ve İtalya'da, egemen sınıf partileri bu politikaları açıkça uygulama cesareti gösteremediğinden, teknokrat hükümetler iş başında.

Ancak Avrupa'da işçi sınıfına dayatılan politikaların, Mısır'da Mübarek'in iktidarda kalma ısrarı gibi altı boş. Kitleler kapitalizmden umudunu kesiyor. Genel grev hareketi, gençlerin ve işsizlerin mücadelesi adım adım gelişiyor.

Ekim ayında yayınlanan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) raporu kapitalizmin çaresizliğini bir kez daha ortaya koydu. Rapor, küresel ekonominin yeni ve daha büyük bir istihdam krizinin eşiğinde bulunduğuna işaret ederek, bunun toplumsal gerilimlere yol açabileceği uyarısında bulunuyor. ILO'ya göre, gelişmiş ekonomilerde, istihdamın 2008 yılında patlak veren kriz öncesindeki düzeylerine dönmesi için en az beş yıl daha geçmesi gerekecek. Hâlihazırda gençler arasındaki işsizlik oranı İspanya'da %48, Yunanistan'da %43, İtalya'da ise %29 seviyesinde.

Son göstergeler, gelişmiş ekonomilerin üçte ikisinde, gelişmekte olan ekonomilerin ise yarısında istihdam azalması yaşandığını ortaya koyuyor. Kriz öncesindeki istihdam oranlarını korumak için önümüzdeki iki yılda 80 milyon yeni iş yaratmak gerekecek. Oysaki ekonomik yavaşlamayla beraber, bunun ancak yarısının yaratılması mümkün. Rapor verilerinin dayandığı 119 ülkenin yüzde 40'nda, toplumsal gerilim ve huzursuzluk riskinin önemli ölçüde arttığı belirtiliyor. Bu ülkelerin yarısında, hükümetlerin duruma yanıt üretme kabiliyeti azaldı. Raporu hazırlayan ILO İstihdam Araştırmaları Direktörü Raymond Torres şöyle diyor: "Karar anına geldik. İstihdam sektöründe ikinci kez dibe vurmamak için şimdi önümüzde geçici bir açılım fırsatı bulunuyor". Ancak henüz hiçbir hükümet, gerçekçi bir istihdam planı açıklamadı. Aksine, açıklanan kriz politikaları işsizliği körükler nitelikte.

Artan sömürü

Kapitalist ekonomilerde kârlılığı sürdürmek, 'mutlak artı değeri', 'nispi artı değeri' ya da 'yoksullaşmayı' arttırarak mümkün olabilir. Günümüzdeki gibi kriz ortamlarında kapitalistler, adeta sözleşmiş gibi, bu üç yöntemi uygulamaya girişiyor ve işçi sınıfının, sermayenin bu saldırılarına karşı mücadele etmek dışında bir çıkış yolu kalmıyor.

Bu olguyu gösteren çeşitli güncel verilerden bahsedilebiliriz. Geçtiğimiz haftalarda İSMMMO'nun açıkladığı bir çalışmaya göre, büyük firmaların bir çalışan üzerinden kazandığı paranın 13 yılda ortalama 21 kat arttığı bulgusuna ulaşıldı. Türkiye İstatistik Kurumu, Hazine, İstanbul Sanayi Odası ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği verileri üzerinden yapılan çalışmada, büyük sanayi firmalarının 1998 yılında çalıştırdıkları kişi başına 577 lira kâr elde ettikleri, 2010 yılında ise bu tutarın 12 bin 178 liraya ulaştığı ifade ediliyor. Çalışmaya konu olan ilk bin firmanın, sanayi sektörünün yarattığı milli gelir içindeki payı yüzde 52,67'ye ulaşıyor.

Artı değer sömürüsünün izini sürebileceğimiz bir başka veri ise eşitsizlik. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD'nin bu ay açıkladığı verilere göre, dünyanın önde gelen ekonomilerinin hemen hepsinde, en zengin ve en yoksul yüzde 10 arasındaki gelir uçurumu son 30 yılda gittikçe derinleşti.

Araştırmaya konu olan 22 ülkenin 17'sinde, 1980'lerden 2008'deki krize kadar gelir eşitsizliği büyüdü. Türkiye, Şili ve Meksika'nın ardından gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu üçüncü OECD ülkesi. Bu ülkeleri ABD takip ediyor. OECD ortalamasında, nüfusun en varlıklı yüzde 10'luk bölümü, en yoksul yüzde 10'luk bölümün eline geçenden 9 kat fazla kazanıyor.

Türkiye'de sınıf mücadelesi

İşçi sınıfının kazanımlarına dönük saldırılar, krizin şiddetlenmesiyle beraber dünya çapında artıyor. Türkiye ekonomisi büyüyor olsa da, egemen sınıflar kriz ve küçülme korkusuyla burada da çalışanlardan daha fazla fedakârlık istiyor. Geçtiğimiz aylarda, 'ekonominin ateşini düşürme' adı altında yapılan zamlar ve arttırılan vergiler bunun bir örneği.
Türkiye ekonomisi, 2001 krizinin ardından bir toparlanma eğilimine girmiş ve 2008 krizinde büyük bir çöküntü yaşamamış olsa da, işçi sınıfının durumu açısından bakıldığında durum daha farklı. Türkiye, GSMH açısından dünyanın 17. ekonomisi. Ancak kişi başına düşen milli gelir açısından 13 bin 500 dolar ile dünyanın 65. ekonomisi. Oysa ki halen krizde olan Yunanistan, (2010 rakamlarıyla) kişi başına düşen milli gelir açısından 28 bin 500 dolar ile dünyanın 31. ekonomisi. Yani refah, Türkiye'nin iki katı. Peki, Türkiye'de işçi sınıfının durumu bu kadar kötü olmasına rağmen, mücadele neden yükselmiyor?

Bunun en önemli sebebi, Türkiye işçi sınıfının 2001 krizinde yenilmiş ve krizin faturasını ödemeyi kabul etmiş olması. Sendikal liderlikler bu nedenle krize karşı mücadeleyi örmekte isteksiz davranıyor.

Bir başka sebep ise işçi sınıfının ve sendikaların siyasi bölünmüşlüğü. Sendikaların Ergenekon ve referandum süreçlerindeki birbirine zıt tavırları, bugün birlikte mücadele etme azminin önünde isteksizlik yaratıyor. İşçi sınıfının en mücadeleci kesimi olan KESK de bu bölünmelerden nasibini aldı ve geçtiğimiz yıllarda radikal-birleşik bir mücadele hattını öremedi.

Ancak, Arap Baharı'yla başlayan ve Avrupa'da yaygınlaşan genel grev hareketi, Türkiye işçi sınıfı için de bir esin kaynağı. Günümüzün görevi, her krizde daha da zenginleşen burjuvaziye karşı, sıradan insanların öfkesinin birleşik sesi olmak. Sendikal liderliklerin, 2011 ile dünyanın yeniden bir devrimler çağına girdiğini fark etmesi gerekiyor.