Ahmet KILCI

"Geçmişte, birçok durumlarda Kürdistan'a ve Anadolu'nun diğer iç bölgelerinde, Cumhuriyet'in iradesine karşı çıkmak eğilimi gösterdikleri zaman, onları demirden bir elle ezdim. Örneğin bir defasında önderlerinin 60'ını şafakla astırdım. O unsur (kürtler) dersini almıştır ve bir daha benimle kılıç ölçüştürmeye kalkışmayacaktır." Bu sözler 1926 yılında Mustafa Kemal'in İsviçreli gazeteci Emile Hüderbrand ile yaptığı söyleşiden alınma.

10 Kasım 2011 tarihli Zama gazetesinde Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'le yapılan bir söyleşinin ardından, Dersim olayı ile ilgili tartışmalar yeniden alevlendi ve neredeyse her mecrada Dersim olayı ile ilgili sayısız tartışma yaşanmaya başladı. Çok geçmeden Başbakan Erdoğan, Dersim'de yapılanları bir katliam olarak tanımladı ve devlet adına özür diledi. O yılların iktidarı CHP'yi de özür dilemeye çağırdı.

Son yıllarda üstüste yenilgiler alan Kemalist cephe ise, artık katliamı inkar edemez halde. Sadece bu katliama gerekçe olabilecek bir isyanın olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bu cepheden gelen "gerçeğin anlaşılması için arşivler açılsın" talebinin altında yatan temel gerekçe bu. Çoluk çocuk demeden binlerce sivili öldürüp, Munzur deresine atmanın ya da toplu mezarlara gömmenin gerekçesi; rivayet olunan 2-3 karakol baskını ve bir köprünün havaya uçurulması…

Oysa Türkiye tarihinde eşi benzeri bulunmayan 'Tunceli Kanunu'nun yayınlanma tarihi 25 Aralık 1935, yani katliamların başladığı günlerden epey önce. Bu kanunla "umum müfettişi" denen, bildiğimiz 'sömürge valisi'ne yasama-yürütme-yargı erklerinin hepsi verilir; umum müfettişi, icraatlarından dolayı hiçbir soruşturmaya uğramaz. Kanunun yayınlanmasından hemen sonra bu göreve general Abdullah Alpdoğan getirilir ve Dersim bir cehenneme dönmeye başlar. 1937 Mart ayına kadar planlanan harekatı gerçekleştirebilmek için kışla, karakol ve yol inşaatları yapılır.

Bu hazırlıkların peşinden, Mart ayında Seyit Rıza'nın köyü ve çevresi bombalanır. Askeri harekatın durdurulması için hükümetle görüşmeye gönderilen Seyit Rıza'nın büyük oğlu öldürülür ve çatışmalar yayılır. Mayıs 1937'de ordu 'genel taaruz'a geçer. Dersim halkının bir kısmı teslim olur, askeri birliklerin önünden kaçabilenler kuzeydeki dağlara doğru çekilir. Tujik Dağı'nın eteğindeki İksor Vadisi'deki mağaralarda çoğu kadın ve çocuk binlerce kişi katledilir. Alişer Efendi ve eşi Zarife'nin kesik başı General Alpdoğan'a gönderilir. 1937 yazının sonunda katliama karşı direnen aşiret liderlerinden sadece Seyit Rıza hayatta kalabilmeyi başarmıştır. Erzincan Valisi'nin "daha fazla kan dökülmesin" çağrısı üzerine valiyle görüşmeye giden Seyit Rıza yolda yakalanır. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, Seyit Rıza'nın "yakalanmasından" ötürü General Alpdoğan'a tebrik mesajları gönderir.

Apar topar bir yargılama ile Seyit Rıza ile beraber 7 kişi idama, 37 kişi ise ağır hapis cezalarına mahkum edilir. Asılanların dışında, bu 37 kişiden hiçbiri cezaevinden sağ çıkamaz. İdamların peşinden İsmet İnönü yaptığı açıklamada "senelerden beri adına Dersim denilen mesele ebeddiyen ölmüştür" der. Bu açıklamaya rağmen katliamlar şiddetini arttırarak devam eder. 1938 yılının sonlarına kadar devlet Dersim'de girilmemiş tek bir yer bırakmama hedefiyle dağı taşı bombalar. Ali Boğazı, Laç Deresi, Kalan Deresi gibi köylerinden kaçanların sığındığı yerler önce uçaklarla bombalanır,  hayatta kalanlar karadan yapılan "süpürme harekatı" ile öldürülür. Son olarak 31 Ağustos'ta sürgün amacıyla Hozat'a getirilen Karaca Seyitleri ve halkı makineli tüfeklerle kurşuna dizilir.
1937-38'de, Dersim'deki 400 köyün en az 300'ü yakılmış, boşaltılmış ya da tahrip edilmiştir. Genelkurmay kayıtlarına göre 13 bin kişi, canlı tanık anlatımlarına göre en az 60-70 bin kişi öldürülmüştür. 1950 yılına kadar Dersim'in önemli bir bölümü "yasak bölge" ilan edilir. Katliamdan canlı kurtulmayı başaranlar ise sürgüne gönderilir. Büyük aileler parçalanarak en fazla 5-6 kişi olabilecekleri şekilde farklı illere gönderilir. Birbirlerini ziyaret etmeleri bile yasaklanır.

Mustafa Kemal, CHP ve TKP

Her zaman olduğu gibi bugün de Mustafa Kemal'e toz kondurtmama refleksinde olanlar, yaşanan "vahim olayları" İnönü ve Bayar'ın despotluğuna, dönemin koşullarına, yaklaşan dünya savaşına bağlama gayretiyle komik duruma düşüyorlar. Oysa Celal Bayar 1986 yılında Tercüman gazetesine verdiği söyleşide her şeyi itiraf ediyordu: "Atatürk sorumluluğu üzerime alıyorum, vuracağız Dersim'i dedi ve vurduk."

CHP'ye gelince; tek parti iktidarında, parti genel sekreterinin içişleri bakanı, il başkanının vali olduğu bir partiden bahsediyoruz. 1937-38 yılında devletle CHP'yi ayrı yapılar olarak düşünmek anlamsız. Dersim katliamının en büyük sorumlusu CHP'nin, 73 yıl sonra bile Dersim'li bir genel başkanı olmasına rağmen yalpalamasının, özür dileyenleri "Ermeni diasporası" gibi olmakla suçlamasının nedeni ellerindeki kandır.

Dönemin "komünist" partisi TKP'nin halini de, efsane genel sekreterleri İ. Bilen'in 1937'de katliam sürerken yazdıklarından anlayabiliriz:"Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişiyle karşı karşıyayız." Bugünlerde de izlerini rahatlıkla görebileceğimiz bir ittifak bu… "Gerici-Kürtçü eşkiyaların olduğu bölgelere uygarlık götürme" ittifakı, Türkiye tarihinde izlerini her olayda bulabileceğiniz stalinizm-kemalizm ittifakı! Herhangi bir 'medeniyet projesi'nin bedelinin binlerce masum insanın kanı olmasını stalinizm ne zaman umursadı ki?


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası