Atilla DİRİM

Son dönemde yayınlanan ekonomik veriler, Türkiye kapitalizminin dünyada kendisine hatırı sayılır bir yer edindiğini ortaya koyuyor. Koç ve Sabancı gibi aileler dünyanın hemen yer yerinde devasa şirketlere ve ortaklıklara sahip, OYAK gibi güya bir yardımlaşma sandığı olarak kurulan bir yapı, Romanya'dan Rusya'ya kadar bir dizi ülkede büyük yatırımlar yapıyor. Türkiye, G-20 ülkelerinin arasına girmek suretiyle, dünya ekonomisine yön veren 20 büyük ülkeden biri oldu. Vatan/ millet söylemlerinin ağızlarından düşürmeyen ırkçılar ve milliyetçiler için bu büyük bir başarı; oysa gerçekte Türkiye kapitalizminin yükselişinin ardında milyonların alın teri ve kanları bulunuyor.

Osmanlıda kapitalizmin yükselişi

Bugünkü Türkiye'nin üzerinde yükseldiği Osmanlı İmparatorluğu'na kapitalizm 19. yüzyılın başlarında girdi. Özellikle Anadolu'dan gelen malların Avrupa'ya dağıtıldığı Balkan şehirlerinde ekonominin giderek büyümesi ve ticari faaliyetlerin artması, modern sınıfların oluşmasını da hızlandırdı. Bunun sonucu olarak milliyetçi akımlar da giderek hız kazanmaya başladı.

1908 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nda bir burjuva devrimi yaşandı. Bu devrim her ne kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mensup subaylar tarafından yapılmış gibi görünse de, köhnemiş feodal sisteme karşı halkta oluşan derin hoşnutsuzluğun patlak vermesinin sonucuydu. Bu devrim sonucunda geniş halk kitlelerinde bir barış ve kardeşlik umudu doğdu; ancak esas olarak asker-sivil zümrenin temsilciğini yapmakla birlikte, cılız Türk/Müslüman/Sünni burjuvazinin çıkarları doğrultusunda bir ulus-devlet kurmak için harekete geçen İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin uyguladığı politikalar, geniş toprak parçalarının bir kan deryasına dönüşmesine neden oldu.

Soykırımlar, katliamlar…

İTC'nin kaçınılmaz olarak kapitalist temeller üzerinde yükselen ulus devletini kurmak için, her şeyden önce geniş çaplı bir toplum mühendisliğine girişti. Bir yandan Alman emperyalizmiyle kol kola girerek Birinci Dünya Savaşı'nda saldırgan taraf olarak yüz binlerce yoksulu cephelerde ölüme gönderirken, bir yandan da Türk/Müslüman/Sünni ulus devletinin önünde engel olarak gördüğü Anadolu Hıristiyanlığını ortadan kaldırmaya, yerlerine Balkanlardan, Kafkaslardan, Rusya'dan gelen Müslüman göçmenleri yerleştirmeye başladı.

Bilhassa Talat Paşa yönetiminde gerçekleşen bu toplum mühendisliği faaliyetleri, 1,5 milyon kadar Ermeni'nin tarihte o güne dek benzeri görülmemiş bir soykırıma tabi tutulmasına neden oldu. Ermenilerden kalan taşınır ve taşınmaz değerlere İTC'nin Emval-ı Metruke idaresi el koydu. Burada biriken muazzam servetin bir kısmı, soykırıma destek veren yerel ticaret burjuvazisine ve toprak sahiplerine aktarılarak, sermayenin el değiştirmesin ilk adımları atıldı.

Aynı dönemde katledilenler sadece Ermeniler değildi. Anadolu'nun kadim halklarından olan Süryaniler, Keldaniler ve Nasturiler de onlarla birlikte katledildiler. İTC'nin toplum mühendisliğinin bir diğer kurbanı da Rumlardı. Savaşın başlamasıyla birlikte özellikle kıyı bölgelerinde yaşayan Rumlar, iç kesimlere doğru tehcir edilmeye başlandılar. İTC'nin terör ve cinayet örgütü Teşkilat-ı Mahsusa, bir yandan da Karadeniz Rumlarını katletmek ve kaçırmak için çok ağır bir terör uyguluyordu.

Ulus devlet kuruluyor, kapitalizm şekilleniyor

Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmıştı, ancak bir devrimler dalgası Avrupa'yı kasıp kavuruyordu. Rusya'da yaşanan muzaffer Ekim Devrimi'nin ardından Almanya'da peş peşe devrimler yaşanıyor, yıkılmaz denilen monarşiler tarihe karışıyor, Bavyera'da, Prusya'da, Bremen'de sosyalist cumhuriyetler ilan ediliyordu. İngiltere'de, İtalya'da, Fransa'da, Yunanistan'da milyonlarca işçi barış için genel grevler yapıyorlardı. Bu ortamda burjuva hükümetleri ülkelerinde yükselen işçi mücadelelerini bastırmak için, bütün güçlerini geri çekmek zorunda kaldılar.

Mustafa Kemal liderliğinde kendilerini hızla toparlayan İTC ise yeni bir örgütlenmeye giderek, ulus devlet projesini hayata geçirmek için harekete geçti. Bunun anlamı, başlanılan soykırım zincirine yeni halkalar eklenmesiydi. Karadeniz ve civarında Topal Osman gibi Ermeni soykırımı suçlusu katiller, Mustafa Kemal'in görevlendirmesiyle Rum soykırımına başladı. Kuvvayı Milliye adı altında oluşturulan birlikler, Batı Anadolu'nun binlerce yıllık Rum halkını köklerinden sökerek katlettiler. Eski İttihatçılar, yeni Kemalistler, Anadolu'yu Hıristiyanlardan arındırdıktan sonra emperyalist devletlerle masaya oturdular ve nihai hedefleri olan ulus devleti, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdular.

Kanlı sermaye, kanlı şirketler

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte mübadele adı altında İstanbul'da yaşayanlar hariç, hayatta kalmayı başarmış olan Rumlar Yunanistan'a gönderildi, onların yerine Yunanistan'da yaşayan Müslüman nüfus yerleştirildi. İzmir'de toplanan ve bizzat Mustafa Kemal'in başkanlık ettiği İktisat Kongresi'nde, cumhuriyetin ekonomi politikaları kararlaştırıldı. İktidarda bulunan askeri-sivil bürokrasinin aldığı kararlardan biri, cılız yerli burjuvazinin güçlendirilmesiydi.
Ermenilerden gasp edilen servet ile ilk "ulusal" banka olan İş Bankası kuruldu. İş Bankası, büyümek isteyen burjuvaziye kredi açmak suretiyle destek oldu. Egemen asker-sivil bürokrasi, başta şeker fabrikası olmak üzere çeşitli fabrikalar kurdu. Ticaretin kolaylaşması için yol ve demiryolu yapımı hızlandırıldı. Bu dönemde Nuri Demirağ gibi kişiler, askeri-sivil bürokrasinin denetiminde palazlandılar.

Yapılan zincirleme soykırımlar, dökülen kanlar ise egemenlere yeterli gelmiyordu. "Yerli" sermayenin daha da güçlendirilmesi için 1934'de Trakya olayları tezgâhlanarak, Yahudilerin büyük kısmının ülkeyi terk etmesi sağlandı. Hakları için ayaklanan Kürtlerin on binlercesi katledildi. 1940'lı yıllarda yaşanan Varlık Vergisi felaketiyle ülkede kalan son Hıristiyan ve Yahudilere çok büyük bir darbe vuruldu, çoğu mülksüzleştirildi ve servetleri Türk burjuvazisine devredildi. Ama bu kadarı da yeterli gelmedi, 6-7 Eylül olayları ile İstanbul'da kalan son Rumlar da kovularak, soykırıma bir halka daha eklenmiş oldu.
1950 yılında taşra burjuvazisi ile büyük toprak sahiplerinin temsilcisi olarak iktidara gelen Demokrat Parti döneminde sahip oldukları ayrıcalıkları yitirmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan ordu bürokrasisi, 1960 darbesinden sonra ayrıcalıklarını güvence altına almak ve geleceğini burjuvazinin geleceğiyle birleştirmek için, özel bir kanunla OYAK'ı kurdu. En başından kapitalist bir şirket olarak kurulan OYAK, sahip olduğu vergi avantajlarını da kullanarak bankacılıktan otomotive kadar pek çok sektörde boy gösteren dev bir holding oldu.

İşçilerin birliğinin sermayeyi yenmesi için: Tarihle yüzleşmek…

Türkiye sermayesi burjuvazisiyle, ordusuyla bir kan denizinin üzerinde yüzüyor. Bu durumu gizlemek için gemisinin etrafına yalanlardan oluşan kalın bir zırh geçirmiş durumda. Türkiye sermayesinin soykırımcı kanlı yüzünü ortaya çıkardıkça, gemisinin etrafındaki zırhtaki çatlaklar hızla büyüyecek, ardından bir daha geri dönmemek üzere kendi oluşturduğu kan denizinin dibini boylayacak. Burada bize düşen görev, gerçekleri en açık bir şekilde ortaya koymak, sermayenin kanlı, soykırımcı kimliğini teşhir etmek için durup dinlenmeden çalışmak olacaktır…