Sosyalist İşçi 343 (5 Aralık 2008)

 

Sayfa 5 :


Hindistan’daki saldırılar:
Yeni hedef Pakistan mı?
Hindistan-Bombay'da gerçekleşen saldırılarla ilgili yoğun bir bilgi ve yorum bombardımanı altındayız. Ancak olayın çeşitli açılarına dair bilgiyi ana akım Türkiye medyasında bulmak mümkün değil. Neleri okumamış olabileceğinize dair minik bir toparlama yapmanın, olayı yorumlamaktan daha işlevli olacağını düşünerek aşağıdaki derlemeyi hazırladık. Sonuç olarak kimsenin, en azından şimdilik bu saldrıların kim tarafından gerçekleştirildiğine dair kanıtları yok. Ancak bu tip saldırıların gerçekleşmesi için gerekli ortamın varolduğunu söylemek de çok zor değil. Ağır bir gelir eşitsizliği altında ezilen milyonlarca insanın, askeri harcamalarla bir kez daha belinin büküldüğü, üstelik ABD önderliğinde gerçekleşen savaş politikalarıyla en sonunda tamamen yalnızlaşan, zorla göç ettirilen insanların dramı bu. Gittikçe çapı büyüyen küresel ekonomik krize dair hangi banka ya da şirketlerin kurtarılacağının temel gündem olduğu bir dünyada iyice yabancılaşıp yalnızlaşan insanların delice intihar ve katliamları her gün büyüyerek devam ediyor. Temel haklarının tamamından yoksun milyonlarca insanın dünyadan umudunu kesen bu vahşi kısmının, insan sayılmayanlar tarafından ciddi bir seçenek olarak algılanmasına yol açan bu abluka sistemine dair tartışmaların sonucu dünyanın nasıl bir yer olacağına dair net bir çerçeve sunuyor. Kriz her anlamıyla derinleşerek devam ediyor.

Saldırı nasıl gerçekleşti, arkasında kimler var?
Outlook İndia'dan Saikat Datta eylül ortasında yayınlanan yazısında, Hindistan gizli servisinin denizden gerçekleşecek bir saldırıya dair istihbarat aldığını söylemişti. Kasım ortasında Taj Hoteli'ne yönelik bir saldırı gerçekleşeceğine dair istihbarata sahiptiler. Bu istihbaratlar adım adım gerçeğe dönüştüler.
İngiltere'de Comment is Free yazarı William Dalrymple Bombay saldırılarıyla Keşmir sorunu arasındaki bağların çok açık olduğunu yazdı. Dalrymple'ın yazdıklarına bakılırsa, eylemin Pakistan merkezli Laşkar Taiba adlı grupla sıkı bağları olduğuna dair geniş bir konsensus oluşmakta. Pakistan'la eylem arasındaki sıkı bağların yanına saldırının Keşmir sorununa odaklı gruplarca gerçekleştirilmiş olduğunu da eklersek ortaya 11 Eylül sonrası Batı politikalarıyla ilgili korkunç bir tablo çıkıyor. Bu, Afganistan ve Pakistan'da İslamcı gruplarla ilgili uygulanan Bush politikalarının Batı'nın bütünlüklü düşmanlığı olarak algılanmasının felaket sonuçlarını yaşamaya başladığımız anlamına geliyor.
India Today'den Saurabh Shukla ise alternatif bir senaryo üretiyor. Saldırılar Laşkar Taiba tarafından gerçekleştirilmiş olsa bile "kaynaklar", planlamanın ve finansmanın El Kaide tarafından yönetilen bir terör grubu tarafından yapılmış olabileceğini söylüyor.
Önemli Ortadoğu muhabirlerinden Patrick Cockburn ise "Bombay'da gerçekleşen katliamın sebeplerini daha sonra anlayacağımızı" söylüyor. Ancak her durumda saldırıların Bush politikalarının çöküşü anlamına geldiğini söylüyor. Taliban için Pakistan'ın her zaman gerçek üs olduğunu hatırlatarak, Örgütün 2001'e kadar Pakistan gizli servisi tarafından yönetildiğini söylüyor. Pakistan'ın Keşmir'de Hindistan ordusunun yarısını meşgul eden cihadileri desteklediğini de sözlerine ekliyor. "Batı'nın Hindistan Hükümeti'ne hemen Pakistanı suçlamaması ve fazla tepki vermemesi gerektiğine dair söylemleri kendilerini savunmak üzere uydurdukları bir yalandan fazlası değil. Pakistan Ordusu'nun Kaşmirli ve Pakistanlı militanların rahat hareket etmesini sağlaması gerçekleşen saldırılar için gerekli ortamı sağladı. Pakistan İstihbarat Servisi'nin yarattığı canavar artık kontrolü altında değil. Ancak olanların sorumluluğu ortadan kalkmıyor."
“Terörle savaşın” İran’a doğru hareket ettiğini düşünen herkesi şaşırtan bir şekilde ibre son aylarda hızla Pakistan’ı göstermeye başladı. Bu saldırıların ardından Pakistan’ın bir savaşın içine girmesi ihtimali gittikçe kuvvetleniyor. Haber ajansları şimdiden Pakistan’ın Afganistan sınırındaki askerlerini Hindistan sınırına doğru kaydırmaya başladığını söylüyor. ABD’nin bu sefer de –üzülerek- Pakistan’ı “temizlemesi” ciddi bir olasılık. Tabii kuruluşlarından itibaren iki düşman kardeş konumundaki Pakistan ve Hindistan arasındaki husumetin yeni bir çarpışmayı yaratmayacağını söylemek de saf dillik olabilir. Üstelik iki ülkenin de tüm dünyayı silmeye yetecek nükleer silahı olduğunu ve bu silahların çeşitli şeklerde Fransa, ABD ya da Rusya tarafından meşrulaştırdığını da düşünecek olursak aslen bir başka ağır krizin daha kapıda olduğunu görmek gerekiyor.


Somali'de korsanlığın nedeni zehirli atıklar

Somalili korsanlar bir süredir medyayı meşgul ediyor, ama kimse korsanların ortaya çıkmasına neden olan haksızlıkla ilgilenmiyor.
2005 sonunda Asya'daki tsunami felaketi Afrika'nın doğu kıyılarını vurduğunda aslında büyük bir skandalı ortaya çıkarmıştı. Dev dalgalar Somali kıyılarından uzaklaşırken geride tonlarca kimyasal ve radyoaktif atık bırakmıştı. Bu zehirli kimyasallar on binlerce insanın hastalanmasına, 300 kadar insanın ölmesine neden olmuştu.
Bu olayın başlangıcı çeşitli uluslararası gemicilik şirketlerinin, bazı Somalili liderlerle 90'ların başında yaptıkları anlaşmalara dayanıyor. Bu anlaşmalar sonucunda Somali kıyıları zehirli atık deposu gibi kullanılıyordu, çünkü atıkları kıyıya yollamak başka yöntemlere göre çok daha ucuzdu. İç savaşla birlikte bu olay iyice çığırından çıktı. Atıklar arasında radyoaktif maddeler; kurşun, kadmiyum ve cıva gibi ağır metaller; sanayi atıkları, hastane atıkları, kimyasal atıklar, kısaca her türlü zehir bulunuyor. Ancak tüm delillere rağmen bu konuda BM'ye yapılan başvurular dikkate alınmadı, açılan soruşturmalarda bir sonuca varılmadı ve kıyı hiçbir şekilde temizlenmedi.
Ayrıca çeşitli ülkelerin balıkçı filoları Somali'de devletin etkisizliğinden faydalanarak ve gerilla kuvvetleriyle anlaşıp yerel balıkçıları tehdit ederek bölgedeki balık kaynaklarını da sömürüyor. Somalili balıkçıların bu haksızlığın giderilmesi için yaptıkları başvurular da dikkate alınmadı.
Bunun sonucunda suları zehirlenen ve yaşam alanları tehdit edilen Somalililer kendi başlarının çaresine bakmaya karar verdiler. Balıkçılar silahlanarak gayrı resmi bir sahil güvenlik ekibi oluşturdular. 2005'in sonunda da gemileri ele geçirmeye başladılar. Bu gemiler fidye karşılığında serbest bırakılıyordu. Somalililer bu eylemleri 20 yıldır kıyılarına bırakılan zehirli atıkları engellemek için yaptıklarını, fidyeyi ise kıyıları temizlemek için kullandıklarını söylüyorlar. Talep ettikleri para denizlere verilen zarara oranla hiçbir şey değil.
Fakat bir süredir bu korsan eylemlerinin içeriği, batı destekli Somali hükümetinin bazı üyelerinin de işin içine dahil olmasıyla değişti ve lüks tüketimlerini karşılamak için kullandıkları bir sektöre dönüştü.
Bölgedeki gemilerin güvenliği kalmadığı anlaşıldığında küresel güçler önlem almaya başladı. Somalili balıkçı tekneleri kargo gemilerine yaklaştığında Hindistan ve ABD uyruklu savaş gemileri teknelere saldırdı. Bir Suudi petrol tankeri korsanlar tarafından ele geçirildiğinde küresel güçler korsanlara karşı savaş açtıklarını duyurdu. Deniz tam bir savaş alanına dönüştü.
Yabancı savaş gemilerinin hedefi zehirli atık bırakan tekneler veya yasa dışı balıkçı filoları değil, Somalililer. Bu savaş korsan faaliyetlerine yol açan soruna çözüm getirmiyor. Gemiler bir yandan Somali kıyılarını zehirli atıklarla doldurup bir yandan bu denizlerin balıklarını sömürerek Somalilileri sefalete sürüklemeye devam edecek.