“Yaşanan egemen sınıfın iç mücadelesi, bizi ilgilendirmez.”
Sosyalistler egemen sınıf cephesindeki her türlü bölünmeyi derinleştirip, işçilerin ve emekçilerin mücadelesinin önünü açmaya çalışır. Her politik tartışmaya müdahale eder, devlet baskısını geriletmek ve sömürü düzenini teşhir etmek için katılırız.

Kaldı ki Türkiye tarihinin en ağır rejim bunalımı, bu rejimi yıkmak isteyen biz devrimciler için önemlidir. Seyretmeyiz, müdahale ederiz.

Cumhuriyetin kuruluşunda Müslüman ticaret burjuvazisinin desteğini alan kemalist askerler, on yıllardır bu ülkeyi yönetiyor. Bütün anayasaları onlar yazdı. 1923-1950 yılları arasında tek parti diktatörlüğüyle halkı ezip, 27 Mayıs 1960 darbesinden bugüne 50 yıl boyunca darbelerle kendi iktidarını artıran askeri vesayet rejimini kurdular. Kemalist bürokrasi, askerler ve yargıçlar, TÜSİAD başkanı gibi kapitalist sınıfın bir üyesi değildir. Kapitalist sınıf ve devlet, onun adına işçileri ve emekçileri baskı altında tutan yönetenler aynı şey değildir. Bugünkü saflaşmayı egemen sınıfın iç bölünmesi olarak görenler yanılıyor.

Egemen sınıf adına devleti bugüne kadar yöneten asker ve bürokratların rejimi çözülüyor. Türkiye halkları her zaman darbecilere karşı durdu. Askeri vesayet rejimini sona erdiren asıl dinamik Kürtlerin, dindarların, sosyalistlerin, demokratların "artık bu düzen değişmelidir" diyerek daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük istemesidir. Bugün mücadele egemen sınıfın kendi içinde değil, askeri vesayet rejimini yaşatmak isteyen güçlerle halkın geniş kesimleri arasında sürüyor. İşçi sınıfı da halkın bir parçası, toplumdaki bölünme işçi sınıfının saflarına da yansıyor.

12 Eylül referandumuna "bizi ilgilendirmez" diye yaklaşanlar, işçi sınıfının ve emekçilerin yaşadıkları koşullarla, onların gerçek sorunlarıyla ilgilenmiyor. Oysa devlet baskısının geriletilmesi, demokrasinin sınırlarının genişletilmesi biz sosyalistleri fazlasıyla ilgilendiriyor. Referanduma ilgisiz kalmak, askeri vesayet rejiminin yıkılışına katılmamak, darbeci güçlerin önünü açmak demektir.

“Darbeleri 3-5 general değil, ABD emperyalizmi yaptı. Emperyalizme karşı olmadıkça anayasa değişikliği bir anlam taşımaz.”
Her şeyi ABD emperyalizminin üzerine yıkmak, Türkiye'de baskının ve sömürünün kaynağını gizlemektir. Milliyetçiler hep emperyalizmi suçlar, Türkiye'de kapitalizmin dışsal bir olgu olduğunu ve asıl düşmanın Türk egemen sınıfı değil ABD olduğunu ileri sürer. Bu bakış açısı baştan aşağı yanlıştır.

Türkiye, dünya kapitalizminin bir parçası olan NATO üyesi bir ülkedir. Dünyanın en gelişmiş 20 ekonomisinden biridir. Türkiye kapitalizmini, kasaları dolu holdingleri ve para babalarını ayakta tutan askeri vesayet rejimidir. Türkiye'de tek parti diktatörlüğünü ABD'liler yönetmediği gibi, 27 Mayıs 1960 darbesi en fazla Batı ve Amerikan yanlısı Adnan Menderes ve arkadaşlarını hedef almıştı. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle devrilen Süleyman Demirel, "Morrison Süleyman" lakabını alacak kadar Amerikancıydı. 28 Şubat darbesi ise ABD ve Batı karşıtı Erbakan ve İslamcılara karşı yapıldı. "Darbeleri ABD emperyalizmi yapar" şablonu, gerçekliğe uymadığı gibi darbelerinin asıl kaynağını gizliyor.

Askeri vesayet rejimini ayakta tutan “üç beş general” dünyanın en büyük ordularından birini yönetiyor. Bu ordu bir çok katliama imza attığı gibi başbakanları asmasıyla, Kürtlere karşı topyekun savaş yapmasıyla anılıyor. Seçilmiş hükümetlerin üzerinde bir güç olarak toplumu biçimlendiren askerleri, yargıçlar koruyor. kendi yazdıkları yasaları, kendileri uyguluyor.

Türk ordusu, 27 Mayıs darbesi ile kurulan OYAK'la Türkiye'nin en büyük kapitalist şirketlerinden birini yönetiyor. Askerler ve kemalist bürokrasi, ekonomik, sosyal ve kültürel ayrıcalıklara sahip olarak Türk kapitalistleri adına halkı  eziyor.

Her şeyi ABD emperyalizmine bağlayan görüş milliyetçiliktir ve her seferinde  sınıf mücadelesinin üzerini örter. ABD emperyalizmi, farklı gerekçelerle yapılan dört askeri darbeyi de destekledi. Ancak bu darbeyi CIA ajanları değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yaptı.

“Sırf AKP tarafından getirildiği için bu değişikliğe karşıyım.”
Sosyalistler tek bir burjuva partisine değil, bütün burjuva partilere toptan karşıdır. Biz aynı anda bütün egemen sınıf partilerine karşı mücadele ederiz, birinin değil hepsinin yenilmesini isteriz.

Tek bir burjuva partisine karşı olmak, sadece AKP'ye karşı olmak diğer düzen partilerine örneğin CHP'ye ya da MHP'ye destek olmak demektir. İşçi sınıfının AKP karşısında ırkçı-faşist koalisyonunun güçlenmesinden bir çıkarı olamaz.

Sırf AKP hükümeti tarafından getirildiği için toplumunun bütününü ilgilendiren, işçilerin ve emekçilerin çıkarına olan değişikliklere "hayır" demek baskı ve sömürü düzenini örtmek isteyen sağcıların işidir. Anayasa değişikliği paketini değerlendirirken darbe anayasasını ve yeni düzenlemeleri yan yana koyuyoruz. Hangisinin işçiler ve emekçiler açısından daha iyi olacağını değerlendiriyoruz. AKP değil CHP tarafından da getirilse sosyalistler aynı tutumu izler. Tüm burjuva partilerine karşı olduğumuz kadar bir sermaye partisi olan AKP'ye de karşıyız, ancak askeri vesayet rejiminin son bulması işçilerin çıkarınadır.

"Anayasa değişikliği AKP'nin kendi diktasını kurmasına yol açacak. Cumhurbaşkanı, Meclis ve Hükümetin yanı sıra Yargı'yı da AKP hakimiyeti altına sokarak tek parti hakimiyetini pekiştirmeye yönelecek."

26 maddelik anayasa değişikliği paketinin hiçbir hükmünde mevcut siyasi iktidarı güçlendirmek yönünde bir değişiklik yoktur. "Tayyip her yere kendi adamlarını sokacak" türünden iddialar uydurmadır.

12 Eylül'de oy vereceğimiz anayasa değişikliği paketindeki yargının yapısı ile ilgili olan değişiklik Türkiye'de askeri vesayeti ayakta tutan yargıçlar diktatörlüğü sınırlanacak.

Daha önce 7 yargıç üyeden oluşan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, adaleti dağıtması beklenen tüm hakim ver savcı atamalarını yapan kurum, 22 üyeye çıkarılıyor.

Yeni düzenlemede de eskiden olduğu HSYK'nın çoğunluğunu yüksek yargı mensupları oluşturuyor, yani yargı AKP'nin eline falan geçmiyor. HSYK'nın üye sayısı artılırak, cumhurbaşkanı ve meclisin yani sivil siyasetçilerin ve seçilmişlerin denetimi artılıyor. Aldığı kararlar ve yaptığı yargı darbeleri halkın çoğunluğu tarafından öfkeyle karşılanan yargı oligarşisi bu düzenlemeyle bir ölçüde dizginleniyor.

HSYK ve Anayasa Mahkemesi üylerini AKP değil meclis belirleyecek. AKP seçimler aracılığıyla iktidara gelen bir burjuva partisi, onu getirenler geri de indirebilir. Ama her türden denetimden uzak bürokratlar halkın çıkarlarına yabancı çıkarları savunup gayrimeşru iktidarlarını sürdürebilir.

"Yargı AKP'nin eline geçecek" diyenler yargının bugünkü sahiplerini aklıyor. Yargı ne tarafsızdır, ne de bağımsızdır. Anayasa Mahkemesi, 27 Mayıs 1960 darbesinin ürünüdür. Her darbe ile yargının denetimsiz gücü artmış, 12 Eylül darbesinin ürünü olan 1982 anayasası ile bugünkü halini almıştır. Yargıdaki oligarşi işçi sınıfının ve yoksul halkın düşmanıdır. Sosyalistler, atanmış bürokratlar karşısında seçilmişlerin denetimini savunur.

“12 Eylül anayasasına da AKP'nin anayasasına da hayır!”
Bu slogan gerçeği çarpıtıyor. 12 Eylül'de bir anayasaya oy vermeyeceğiz, 26 maddelik sınırlı bir değişiklik için sandık başına gideceğiz. Yani AKP'nin eliyle hazırlanmış, kimseye sorulmamış bir anayasaya evet ya da hayır demeyeceğiz.

Yeni bir anayasanın, sivil-demokratik-özgürlükçü bir anayasanın acil bir ihtiyaç olduğu ortadadır. Toplum yıllardır bunu talep ediyor. 2007'den bu yana sivil toplum kuruluşları bu yönde ciddi girişimlerde bulunuyor. Ancak her seferinde sivil anayasa tartışması bastırılıyor. Ya CHP 43 kez Anayasa Mahkemesi'ne giderek meclisin yasa yapma yetkisini gasp ettiriyor ya da TSK Kürt sorununu bahane ederek operasyonlar yapıyor. Bu yüzden ortada ne AKP'nin ne de bir başka sivil gücün hazırladığı bir anayasa yok. Hazırlanan taslaklar bile Ergenekon cephesinin ağır saldırısına uğrayıp, çekmeceye konuluyor.

Eğer 12 Eylül'de "evet" oyları kazanırsa, yeni ve sivil bir anayasanın yazılması başlanacak. O gün bu anayasada emekçilerin daha çok hakka sahip olması için mücadele ederiz, ama bugün görevimiz darbe anayasasını çöpe göndermek ve sivil bir anayasanın önündeki engellleri, yaşayan 12 Eylül'ü ortadan kaldırmaktır.

“AKP'nin neo-liberal politikalarının hukuki anayasal düzlemde meşrulaşmasına katkıda bulunuyorsunuz.”
Piyasa ekonomisinin önündeki tüm engelleri kaldırmak, her şeyi özelleştirmek demek olan yeni-liberal ekonomik politika 30 yıldır sürüyor. 12 Eylül cuntası, 24 Ocak 1980'de alınan yeni-liberal ekonomik politikaları demir yumrukla başlattı. Bugünse sadece AKP değil CHP ve MHP gibi tüm düzen partileri yeni-liberal ekonomik politikaları savunuyor.

26 maddelik anayasa değişikliği paketinde ekonomik politikalar yok. Yeni-liberal ekonomik politikaların sürmesine "evet" ya da "hayır" demeyeceğiz. Elbette böyle bir referandum da isteriz, ama 12 Eylül'de ekonomiyi değil ona İstanbul sermayesi çıkarları doğrultusunda yön veren, banakaları hortumlayan, halkı soyan askeri vesayet rejiminin, işçileri yoksullaştıran darbelerin devam edip etmeyeceğine oy vereceğiz.

“Zaten askeri vesayet bitti, o yüzden asıl tehlike sivil vesayet ve bu anayasa değişikliği ile geliyor.”
Askeri vesayet rejimi yıkılmak üzere, ancak bitti demek doğru değildir. Anayasa Mahkemesi, HSYK, Yargıtay, Danıştay ve TSK'nın direnişi sürmektedir. TBMM'de AKP ve BDP dışındakiler askeri vesayeti savunmaktadır. 12 Eylül'de "hayır" oyları galip gelirse bu askeri vesayete halk desteği olarak gösterilerek tüm darbe davalarına son verilecek ve demokratikleşme talepleri ezilecektir. Darbeciler, bunu yapması için CHP ve MHP'nin hükümetini bekliyor.

Sivil vesayet kavramı bir uydurmacıdır. Vesayetin tek kaynağı elinde silah bulunduran güçlerdir. Ordunun fiziki gücüne yaslanmadan bir diktatörlük kurulamaz, kurulan diktatörlük doğası gereği sivil olamaz.

Sivil vesayet kavramının Çetin Doğan ve Balyoz darbecileri tarafından yayılan bir uydurma olduğu bilinmektedir. Amacı hedef şaşırtmak, olmayan bir durumu gösterip, mevcut diktanın üzerini örtmektir.

“AKP anayasa değişikliği ile kendi tekelci iktidarını kurmak; piyasayı ve cemaatleri sınırlandırılamaz ve yargılanamaz kılmayı amaçlıyor. 12 Eylül faşist anayasası bu değişikle yenileniyor ve kuvvetlendiriliyor. Bunlar profesyonel ordu ve başkanlık sistemi istiyor.”
Anayasa değişikliğinin 26 maddesinin tümü 12 Eylül anayasasından daha ileri düzenlemeleri içeriyor. 12 Eylül anayasasının bu değişikliğe yenilenip pekiştirildiği, daha da faşistleştirildiği bir yalandır. Bu yönde hiçbir hüküm ya da değişiklik yoktur.

12 Eylül'de darbe anayasasının değiştirilmesinin piyasayla ve cemaatlerle de bir ilgisi yoktur. Anayasa paketi, devletin din siyasetinin ve baskısının kaldırılmasını, inanç özgürlüğünün tanınmasını içermemektedir. Askeri vesayetin, devletin din yorumunu dayatmak için yarattığı Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmamakta, kadın inananlara örtünme yasağı sürdürülmektedir. Bu pakette başkanlık sistemine ya da profesyonel orduya dair de bir hüküm yoktur.

Sosyalistler başkanlık sistemine de profesyonel orduya da karşıdır. Bir meclisi tek bir başkana yeğleriz, o meclise girip işçilerin çıkarlarını savunmaya çalışırız. Askerlik hizmetinin isteğe bağlı olması gerektiğini savunuruz, daha iyi işleyen bir profesyonel orduya, iç güvenliğin özelleştirilmesine karşı çıkarız.

Birileri herkesi zorla cemaat üyesi yapmaya kalkarsa ona karşı direnir, sonuna kadar mücadele ederiz. Bunların hiçbiri 12 Eylül'de gerçekleşecek anayasa değişikliğinde halk oyuna sunulmayacağı gibi gelecekteki durumlar, başka mücadele konularıdır. AKP'ye karşı muhalefet çizgisi onun her yaptığına karşı çıkmak değil, işçilerin ve emekçilerin çıkarına olan düzenlemeleri desteklemek ve daha fazlasını istemek, emekçilere karşı olan tüm politikalarını teşhir etmek ve direnmektir.

“Anayasa değişikliği ile sendikal haklar geriye gidiyor.”
Anayasa değişikliğinin önemli yanı sendikalara ilişkin düzenlemeler değildir. Memurlara ve sözleşmeliere olduğu gibi tüm çalışanlara grev ve toplu sözleşme hakkı tanıyan yasalar gerektiği açık. Ancak mevcut düzenleme ile sendikal hakların geriye gittiği söylenemez.

Anayasa değişikliği kamu emekçilerine grev hakkı tanımıyor, ancak toplu iş sözleşmesi yapma hakkını tanıyor. Bugüne dek toplu görüşme adı verilen hükümetin tek taraflı olarak belirlediği ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu'nun (KESK) her seferinde protesto ettiği keyfilik durumu ortadan kalkıyor. Yapılan düzenlemeyle grev sırasında işyerinde oluşabilecek hasarı sendikanın ödemesi yükümlülüğü ortadan kalkıyor. Darbe anayasasının yasakladığı dayanışma grevi, siyasi grev ve genel grev yasak olmaktan çıkarılıyor.

Evet, sendikal haklar hep geriye gidiyor. Ama bunun nedeni 12 Eylül'de oy vereceğimiz anayasa paketi değil. Grev hakkı grev yaparak kazanılır. Sendikal hakları sendikal mücadele geliştirir.

20 yıldır işçi hareketi gerilerken, sendikalar ne grev silahını kullanıyor ne de eksiksiz ve emekçilerin lehine düzenlemeleri içeren çalışma yasaları için mücadele ediyor. 28 Şubat darbesini destekleyen sendikalar, hem patronlarla uzlaşmayı hakim kılıyor, hem de darbecilerin işçileri laik ve dindar olarak bölmesine yardımcı oluyor. Güçsüz ve birbiriyle rekabet halinde olan sendikaları ne hükümet ne de patronlar ciddiye alıyor.

“12 Eylül'ün mağduru olmayan "dinciler" nasıl olur da 12 Eylül'den hesap sorabilir.”
12 Eylül darbesi sadece sola vurmadı, en fazla onu ezdi ve toplumun tüm kesimlerini etkiledi. 28 Şubat 1997'de darbecilerin hedefi sol değil "irticaydı." "1000 yıl sürecek" denilen darbe, dindarlara ağır bir baskı uyguladı. Aşağılandılar, hakarete uğradılar, oy verdikleri parti devrildi ve kapatıldı. Bazıları işkence gördü, cop yedi. Binlerce başörtülü öğrencinin eğitim hakkı ellerinden alındı. Müslümanlar 28 Şubat darbesinden büyük dersler çıkardı. Bu yüzden Türkiye'de dindarlar değişim istiyor, tüm darbelere karşılar. Neden askeri vesayete karşı çıkan Kürtler gibi, Müslümanlarla da birlikte mücadele etmeyelim?

Darbelerden hesap sormak için, 12 Eylül'ü yaşamak gerekmez. 12 Eylül darbeci kurumlar sayesinde yaşatılıyor. Sosyalistler, kapitalistler ve onların devleti gibi emekçileri bölmez, demokratik kitlesel mücadelelerde birleştirir. 28 Şubat darbecileri istemeden bugüne kadar ezdikleri ve birbirine düşman ettikleri ezilenleri yan yana getirdi. Askeri vesayete kim karşı çıkıyorsa, o bizim yol arkadaşımızdır.

“Siz "yetmez ama evet" diyerek AKP'yi güçlendiriyorsunuz.”
"Evet" oyu verenler 12 Eylül'den ve ruhundan kurtulmaya devam edecek. Sadece AKP seçmenleri değil bütün partilere oy vermiş insanlar da bu değişikliği destekleyecek. AKP'yi yenmenin yolu, bir burjuva hükümetini yenmenin yolu, tabanında yer alan işçileri ve fakirleri sola kazanmanın yolu, sahici bir sol muhafettir.

"Hayır" diyen işçilere, onların AKP'ye ve burjuva düzenine olan kuşkularına yanıt vererek, darbecilerden kurtulmaya davet ediyoruz. "Evet" diyen işçilere anayasa değişikliğinin neden yetmediğini Kürtleri kapsamadığından başlayarak anlatıyoruz.

Anayasa değişikliğinin sonuçlarını görüyor, 12 Eylül'de "evet" oyları kazanırsa hem işçi sınıfının hem de sosyalistlerin daha iyi mücadele koşullarına sahip olacağını düşünüyoruz. "AKP karşıtlığı" AKP'yi güçlendiriyor. Ordunun her müdahalesi AKP'yi güçlendiriyor.

Biz her türden askeri müdahaleye karşı çıkarken, hükümetin sağcı uygulamalarına karşı zaten mücadele ediyoruz.

Sol, AKP'nin tabanındaki işçileri ve yoksulları saflarına kazanamadığı sürece asla kitlesel olamayacaktır. Sosyalistler, AKP'nin tabanında yer alan dindarları düşman olarak görmezler, aksine AKP'nin hayal ettikleri adil dünyayı kurmaktan uzak olduğunu mücadele içinde onlara göstermeli ve milyonları kazanmalıyız. "Yetmez ama evet" sloganı halkın çoğunluğunun ilerici taleplerini mücadeleci bir hatta birleştiriyor.

 

 

Bu sayıdaki ilgili makaleler:

Batı'da Yetmez ama Evet, Kürt illerinde boykot

Anayasa değişikliği neden yetmiyor?

İşçi sınıfının demokrasi mücadelesi ve sosyalizm

Sosyalist İşçi: 13 Eylül manzarası

 


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası